XIX. YÜZYIL FRANSIZ SEYYAHLARI İZMİR’DE
XIX. YÜZYIL FRANSIZ SEYYAHLARI
İZMİR’DE (BU SEFER SADECE YAPITLARIYLA GELDİLER)
SERGİ TANITIM YAZILARI: 01
Zaman içinde seyahat edip Fransız okullarında
özellikle coşumculuk (fr. romantisme) akımı içinde öğretilen birçok yazar
vardır[4]:
Chataubriand’ın Le Génie du Christianisme (1802, Hıristiyanlığın
Üstünlüğü), Itinéraire de Paris à Jérusalem (1811, Paris’ten Kudüs’e
yolculuk), Victor Hugo’nun Les Orientales (1829, Doğu Şiirleri), Gérard
de Nérval’in Le Voyage en Orient (1851, Doğu'ya Yolculuk), Gustave
Flaubert’in Salammbô (1862); Charles Baudelaire’in Les Fleures du Mal
(1857, Kötülük Çiçekleri), Leconte de Lisle’in Poèmes Antiques
(1852-1874, Antik Şiirleri) ve Poèmes Barbares (1862-1878, Yadsınlık
Şiirleri); Arthur Rimbaud’nun Une
Saison en Enfer (1873, Cehennemde Bir Mevsim), Les Illuminations
(1874) ve Le Bateau Ivre (1871, Esrik Gemi) yapıtlar yabancı edebiyat
bağlamında öğretilir. Özellikle şiirler düşsel yolculukları da belirten
yabancıl ögeler barındırır.
SERGİ TANITIM YAZILARI: 01
V. Doğan Günay
Sezarın hakkını Sezar’a vermek gerekir.
Öncelikle kocaman bir teşekkür sevgili Arkas Holding’e ve Lucien Arkas beye.
İzmir’e kültürel ve sanatsal alandaki katkıları gerçekten övülmeye değer.
Burada kısa bir tarihçe yazarak
teşekkürümü yineleyeyim.
16. ve 17. Yüzyılda genelde Avrupa’da,
özelde ise Fransa’da toplum üç kesimden oluşmaktaydı: Soylular (fr. noblesse),
din adamları (fr. clergé) ve köylüler (fr. paysan). Soylular ile
din adamları ortaklaşa olarak köylüleri yönetiyordu. Bu kesimin kendine özgü
edebiyatı, sanatı vardı. Roland şarkısı (Chanson de Roland), Tristan ve Iseut, Tilkinin
romanı (Roman de Renard), Gülün romanı (Roman de la Rose) gibi destanlar ve ilk
roman türleri soylular ve din adamlarının egemen olduğu edebiyat ürünleriydi. Kendilerini
öven saz şairleri ve kendilerini ya da doğa resimleri yapan ressamları vardı.
Bu sanatçılar soylular tarafından ekonomik olarak desteklenirdi. Zaman içinde,
Paris varoşlarında gelişen merkantilist ekonomiye bağlı olarak köylüler de
zenginleşmeye başladı.
Bu süreç çok uzun sürdü ama günün birinde
köylüler “biz üretiyoruz, siz tüketiyorsunuz. Biz de yönetimde yer almak
istiyoruz” dediler. Zenginleşen bu köylülere kentsoylular (fr. bourgeois)
deniliyordu. Kentsoylular, önceden köylü olan ekonomik olarak gelişmiş bir
toplumsal kesimi belirtiyor. Kentsoyluluk da (fr. bourgeoisie), soylular
gibi kendi kültürünü, edebiyatını oluşturmaya başladılar. Soylular gibi
kendilerini öven saz şairleri (fr. troubadour) vardı, kendi edebiyatları
oluştu, kendine özgü güzelduyusal (fr. esthétique) bir yaklaşım gelişti.
Elbette kendi sanatını, edebiyatını ve kültürünü geliştiren sanatçılara
soylular gibi sahip çıkıyorlar ve ekonomik anlamda destek veriyorlardı.
Sonuçta 1789 Fransız Devrimi ile
kentsoylular, devleti yöneten soylular ve din sınıfını yönetimden
uzaklaştırdılar. Kendileri yönetime geldi. Kendi sanatlarının gelişmesine
sonraki dönemlerde de önem verdiler. Böyle olmasaydı resim, müzik, edebiyat,
heykel, sözlü edebiyat gelişemezdi sanırım. Bu durum dünyanın başka yerlerinde
de olumlu bulunur ve bölgedeki kentsoylular, bulundukları bölgenin ya da ulusun
sanata ve kültürel açıdan gelişmesinde olumlu görevler üstlenmiştir.
1960-1970’li yıllar dünyada genelde solun
yükselişte olduğu dönemi belirtir. Bu dönemde Marksist düşünbilim (fr. idéologie)
oldukça modadır ve en çok eleştirilen toplumsal kesimlerden birisi
kentsoylular, ve doğal olarak bu kesimi belirten “kentsoyluluk” terimi de
acımasızca eleştiriliyordu. Neredeyse toplum içinde zengin olmak en büyük suç
durumuna getirilmişti. Böyle bir ortamda kentsoylu (fr. bourgeois)
kişiler eleştirinin merkezinde yer alıyordu ve ne acıdır ki, kentsoyluluk
neredeyse utanılacak bir konum durumuna getirilmeye çalışılır. Ama ilginçtir,
aynı dönemde Avrupa’da seçimle iktidara gelmeye çalışan ve genel olarak
avro-ortak yaşamcılık (fr. eurocommunisme) denilen düşünbilimsel
yaklaşımda böylesi bir durum yoktu. Yani biz batıdan aldığımız düşünceleri bile
doğru dürüst alamamışız. Yine Türk gibi düşünerek kendimizi kötülemekte epey
çaba harcamışız anlaşılan. Bu kötüleme kavramınıza dikkat çekmek isterim.
Marksist düşünbilimi savunduğunu söyleyen gençlerin her yere yazdıkları slogan
şuydu: “Kahrolsun Türkiye”. Ne acı, hem ülkenin ekmeğini yiyeceksin hem de
kahrolsun diyeceksin.
Halbuki bir ülkedeki sanatın, edebiyatın
ve/ya da kültürün gelişmesinde kentsoylular önemli işlevler yerine getirmiştir.
Atatürk genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğunda yeterli kentsoyluların
olmadığını görür. O dönemde bu eksiklik fazlasıyla hissedilir. Bu nedenle Vehbi
Koç gibi girişimci ruhu olan kişiler desteklenir. Genç Türkiye Cumhuriyeti belirli
bir süre sonra Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi kentsoylu ailelerin geliştiği
görülür. Bu ailelerin her biri toplumdaki sorumluluklarını tam olarak yerine
getirdi mi diye sorulursa, bakış açısına göre evet ya da hayır denilebilir.
Örneğin Türkiye’deki filarmoni müziği kentsoyluların çabaları ile olmuştur.
İstanbul Sanat Festivali, çağdaş resim sergileri, klasik müzik, dans,
opera-bale gibi alanların gelişiminde bizim kentsoylularımız az da olsa katkı
sağlamışlardır. Sadece bir örnek olması açısından, Borusan Holding’in desteği
ile, sayın
Gürer Aykal’ın öncülüğünde 1999’da kurulan Borusan İstanbul Filarmoni
Orkestrası İstanbullular için önemli etkinlikler düzenler, konserler verirler. Sonrada
Koç ailesi konumunun getirdiği sorumluluğu çok fazla yerine getirememiştir.
Yalnızca yurt açmak ya da üç tane öğrenciye burs vermek değildir. Ya da son
dönemde Anadolu’da gelişen yeni kentsoyluların yaptığı gibi, cacık ile whisky
içmek de değildir. Kentsoyluluk, bulunduğu bölgedeki kültürel ve sanatsal
etkinliklere öncülük eder, katkı sağlar, gelişmesine öncülük eder. Biraz da
elit sanata katkı verir. Sabancı ailesi bu konuda daha sorumlu davranmış ve
güzel sanatlara daha fazla önem vermiştir. Günümüzde Anadolu’daki kültür ve
sanatın gelişmesinde yalnızca devletin olanaklarını beklemeye gerek yoktur.
Konumuza gelince, İzmir’de kentsoylu bir
aydın sayın Lucien Arkas, gerçekten İzmir için çok büyük işler yapmıştır ve
yapmaktadır. Kentsoyluluğa bütün olumlu anlamları yükleyerek kendisine
İzmirlilerin kocaman bir teşekkür borcu olduğunu söylemek isterim. İzmir’deki
sanat olaylarını desteklemektedir, bildiğim kadarı ile iyi bir halı koleksiyonu
vardır. Yine Arkas Sanat Merkezi yılın her döneminde önemli etkinliklere yer
vermiştir ve yer vermektedir. Yapılan her etkinlik ciddi ekonomik katkılar
gerektirmektedir. Dileğimiz İzmir’deki ve Anadolu’nun diğer bölgelerindeki
kentsoyluların o bölgenin sanat ve kültürel ortamların gelişmesi konusunda
ciddi katkılar sağlarlar, yatırımlara girişirler. İki tane cami, 10 tane
öğrenciye burs da önemli ama bu ülkenin düşünsel açıdan gelişmesi için sanat
damarları çok gelişmiş olması gereklidir.
Sayın Arkas, sanat adına yaptıklarına bir
yenisini daha eklemiştir. Yüklü bir masraf gerektiren büyük bir sergiyi
İzmirlilere sunmuştur. Arkas Sanat Merkezi, 07 Eylül 2016 – 18 Aralık 2016
tarihleri arasında açık olacak olan Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl
adıyla çok kapsamlı bir sergi düzenledi. Sergi oldukça uzun bir süre de açık
kalmaktadır. Böylece isteyen herkes bir biçimde zaman yaratıp ilgili sergiyi
gezebilecektir. Bu sergide çok değişik eserler yer almaktadır. Fransa’nın
birçok şehrinden değişik görsel ögeler İzmir’e getirilip Arkas Sanat
Merkezi’nde sergilenmiştir.
Serginin tanıtım afişi
|
Arkas Sanat Merkezi’nde bu İkinci sergi imiş. Daha önce “18. Ve 19. Yüzyılda İzmir: Batılı bir bakış” adıyla bir sergi yapılmış. Bu sergi, o serginin devamıymış.
Serginin konusu XVIII. Yüzyıl sonu ile XX. Yüzyıl ortalarına kadar Avrupalı, özellikle Fransız seyyahların İzmir ve çevresini gezmesi ya da İzmir merkezli Anadolu’ya yaptığı geziyi anlatıyor. İlk planda “Canım kaç kişi İzmir’e gelmiştir?” ya da “Kaç kişi İzmir merkezli Anadolu’ya seyahat etmiştir?” gibi sorular akla gelebilir. Ama sergiyi gezdikten ve sergiyle ilgili kapsamlı tanıtım kitabını alıp inceledikten sonra, sayının çok fazla olduğunu söylemem gerekiyor. İlgili tanıtım kitabının kaynakçasındaki “seyahatnameler” kısmında 50 tane seyahatle ilgili yapıt bulunmaktadır. Buna başka yapıtlar, bölgeyle ilgili kazıbilim (fr. archéologie) ve mimari kitapları ile bölgeyle ilgili bildirileri de katınca sayının çok çok fazla olduğunu söylemek gerekiyor.
Serginin konusu XVIII. Yüzyıl sonu ile XX. Yüzyıl ortalarına kadar Avrupalı, özellikle Fransız seyyahların İzmir ve çevresini gezmesi ya da İzmir merkezli Anadolu’ya yaptığı geziyi anlatıyor. İlk planda “Canım kaç kişi İzmir’e gelmiştir?” ya da “Kaç kişi İzmir merkezli Anadolu’ya seyahat etmiştir?” gibi sorular akla gelebilir. Ama sergiyi gezdikten ve sergiyle ilgili kapsamlı tanıtım kitabını alıp inceledikten sonra, sayının çok fazla olduğunu söylemem gerekiyor. İlgili tanıtım kitabının kaynakçasındaki “seyahatnameler” kısmında 50 tane seyahatle ilgili yapıt bulunmaktadır. Buna başka yapıtlar, bölgeyle ilgili kazıbilim (fr. archéologie) ve mimari kitapları ile bölgeyle ilgili bildirileri de katınca sayının çok çok fazla olduğunu söylemek gerekiyor.
Bir dönem Avrupa için Asya’yı tanımak
önemlidir. Hatta Victor Hugo’nun Les Orientales (Doğu Şiirleri)
kitabının önsözünde “XIV. Louis döneminde herkes Yunan Uygarlığı uzmanı (fr. helléniste) idik. Şimdi ise Doğu uzmanı (fr. orientaliste) olduk. Bu
işe başlandı. Hiçbir zaman bu kadar çok aydın Asya’nın bu derinliklerini bu
kadar ayrıntılı araştırmamıştır (…) Bütün Avrupa kıtası Doğu’ya yönelmiş
durumdadır. Orada çok büyük şeyler göreceğiz”[1]
der. Doğrudur, XVI. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla değin Avrupa’nın dünyayı keşfe
çıkar. Bu arada Asya üzerinde yeterince durulur. Hugo’nun bu söyledikleri
sonrada gerek Fransız seyyahların gerekse Fransız devleti tarafından fazlasıyla
gerçekleştirilir. Birçok yazar Doğu hakkında kitap yazar. Gérard de Nerval’in Voyage
en Orient (Doğu’ya seyahat), Chataubriand’ın (Hugo’dan önce de olsa) Itinéraire
de Paris à Jérusalem (Paris’ten Kudüs’e yolculuk), Pierre Loti’nin çok sayıda Doğu’yu
ve Türkiye’yi ilgilendiren yapıtları vardır: Aziyadé (1879, Le Roman
d'un Spahi (1881, Bir Sipahinin Romanı), La Turquie Agonisante
(1913, Can Çekişen Türkiye) gibi), Alphonse de Lamartine (Histoire de la
Turquie (Türkiye Tarihi) 1853-1854, Voyage en Orient (Doğu'ya
Yolculuk) 1835) gibi yazarlar Doğu üzerine yapıtlar vermiş. Bunun yanında
çok sayıda seyyahın bu bölgeleri gezdiğini söyleyebiliriz. Bu dönemde Küçük
Asya (Anadolu) da dahil olmak üzere neredeyse Avrupa dışındaki her yer yabancıl
(fr. exotique) uzam olarak değerlendirilir. XVI. Yüzyıldan itibaren
Avrupalılar dünyanın keşfine çıkar. Gitmek, seyahat etmek bir bakıma var olan
günlük tekdüze yaşamdan kurtulmak demektir. Ufkunu genişletmek, yeni dünyalar
keşfetmek bir başka doğayı, farklı insanları kendi ortamlarında görmek
demektir.
Bu serginin başındaki bir açıklama da Hugo’yu
destekler niteliktedir: “Anadolu Seyahatleri, Doğu’yu anlamak ve tam bir
betimcesini (fr. portrait) oluşturabilmek için yapılmıştı. Osmanlı
İmparatorluğu ile diplomatik ilişkiler çerçevesinde gerçekleştirilen bu
seyahatlerle, aralarında kazıbilimci, toplumbilimci, tarihçi, ressam ve bilim
insanlarının bulunduğu pek çok gezgin geriye, Anadolu hakkında pek çok
ayrıntılı ve ilginç belgeler bıraktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun geçmişi ve
kültürel kalıtı açısından araştırmayı amaçlayan bu seyahatler, Batı dünyasında,
Doğu algısının oluşmasında büyük rol oynamıştır”[2].
Birçok gezgin Fransız Devleti’nin sağladıkları olanaklarla bu bölgeye gelmiş ve
tarihi yerleri, şehirleri, insanbilimsel olguları betimleyerek Batı dünyasının
Anadolu’yu, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve genel anlamda Doğu’yu anlamalarına
katkı sağlamışlardır. Bu sergide “Fransız Devleti tarafından ya da seyyahların
kendileri tarafından maliyeti karşılanan XIX. Yüzyıl Fransız gezginlerine
öncelik verilmiştir[3].
Örneğin resmi gezi, izinli gezi olduğu Malatya kazısındaki tüm yazışmaların,
Türk devletinden izin almalar vs. hepsi gösterilir. İki tür seyahat var. Gerçek
ya da düşsel (fr. imaginaire). Yine seyahat iki biçimde
gerçekleştirilir: Uzam içinde ya da zaman içinde. Zaman içindeki seyahatler bir
bakıma imgeseldir. Uzam içindeki seyahatler içinse bizim bu yazıda söz konusu
ettiğimiz seyahat biçimidir. Elbette Anadolu’ya gelip Frikya döneminden bir
kalıntıyı ziyaret eden Fransız’ın gezginin yaptığı düşsel değil gerçek ve
uzamsal-zamansal bir seyahat olarak değerlendirilebilecektir. Frikya bölgesine
kadar uzamsal bir seyahat yapmıştır, ama Frikya uygarlığı da tarih sayfasında
kalmıştır yani onlara ait kalıntıları incelemek bir bakıma zamansal bir seyahat
olarak değerlendirilecektir.
Eugène
Boré’nin 1830’da Doğuyla ilgili bir anlatısındaki Harita’da Cilicia Bölgesini
gösteren kısım
|
Cilici’da
birçok gezgin’in uğrak yeri Silifke’nın şehir planı (Léon de Laborde
tarafından 1838 yıllarında çizilmiştir
|
Chataubriand: Paris’ten Kudüs’e yolculuk (1811)
|
Victor Hugo: Doğu Şiirleri
(1829)
|
Alphonse de Lamartine: Doğu'ya Yolculuk (1835)
|
Gérard de Nérval: Doğu'ya Yolculuk (1851)
|
Alphonse de Lamartine: Türkiye Tarihi (1853-1854)
|
Charles Baudelaire: Kötülük Çiçekleri (1857)
|
Gustave Flaubert: Salammbô (1862)
|
Perre Loti: Aziyadé (1879)
|
Pierre Loti: Bir Sipahinin Romanı (1881)
|
Pierre Loti: Can Çekişen Türkiye (1913)
|
Arkas Sanat Galerisindeki sergi ise yabancı
bir bölgeye yapılan gerçek seyahatleri gösterir. Bu nedenle yapılan her çizim,
çekilen her fotoğraf, desen, betimlenen her davranış o dönemki Avrupalı için
önemlidir. Bu fotoğraflarla Avrupalı Doğu'yu tanımaya çalışmıştır.
Bu serginin ayrıcalıklı yanı, yalnızca
resimlerden ya da fotoğraflardan oluşmamasıdır denilebilir. İlk kez bir
sergide sergilenen çizimler, resimler, grafikler vardır. Yani yelpaze çok
geniştir. Gelen bir gezgin gördüğü bir evin ya da caminin kursun kalemle
çizimini yapmış. Bunun yanında taş baskılar degareotipler (gümüş kaplama bakır
levha üzerinde doğrudan resmin pozitifini yerleştirme), cam üzerine negatiften
albümin kâğıdı üzerine pozitif fotoğraf çok çok değişik biçimleri vardır.
Birbirine uzak ama gelişmiş iki uygarlığın,
yani Doğu ve Batı toplumlarının birbirlerini tanımaları önemli. Bazen bu tanıma
o kadar ileri gidebiliyor ki, iç işlerine karışmaya da başlıyorlar. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun hazineyi,
dışişlerini ve kültür alanını bıraktığı Ermeni toplumu batının kışkırtması ile
yıllardır yaşadığı Türklere karşı gelmeye, isyanlar çıkarmaya başlar. Batı’nın
anlamsız propagandası ile hep “Türkler Ermenileri kesti” derler, halbuki o
savaş döneminde ilk isyanları çıkaranlar Ermenilerdir. Anadolu’da Ermeni Taşnak
Partisi üyeleri ne çok Türk kesmiştir. Kaldı ki o sürgün döneminde de birçok
Türk aile Ermeni komşularını saklayıp devlete vermemişlerdir. Bu Ermeni
konusuna girme nedeni, bu sergide birçok yerdeki Ermeni kadınlarının
betimcelerinin de olması nedeniyledir. Bir evde Ermeni, diğer evde Sünni
Müslüman, öbür evde Alevi Müslüman yaşıyordu ve aralarında bir sorun yoktu. O
dönemde herhangi bir Ermeni ailesi dikkat çekmezdi. Çok normaldi, ama şimdi
sergide neredeymiş diye bakma gereği duyar hale getirildik. Bunun da nedeni
Emperyalist düşünce demek ilk akla gelen durum. İnsanlık bilimlerinde her şey
olumlu ve olumsuz yanlarını bir arada taşır. Batı taaa buralara kadar gelip
bizleri tanımaya çalışmış. Bu çok güzel bir şey. Hele bizim gibi yazılı belgeye
meraklı olmayan bir toplum için bu ziyaretler daha da önemli hale geliyor. Batı
buralara gelerek bizim değerlerimizi, tarihimizi bir biçimde kayıt altına
almıştır. Ama birlikte yaşadığımız Ermenileri ve Rumları ayaklandırmış ve her
iki taraftan da çok sayıda kişi ölmüştür. Sergide gördüğüm Ermeni kadın
fotoğrafları bana bunları da anımsattı.
Seyahatlerin Doğu ve Batı toplumlarının
etkileşimlerinin olduğu dönemler ve yerler olduğu doğrudur. Gelen kişiler
bulunduğu bölgeyi her açıdan betimlemeye çalışmıştır. Pierre Loti gibi bazı
gezginler “bizden birisi” olarak bizimle birlikte yaşamıştır. Buradaki birçok
gelenek, alışkanlık, damak zevkini kendi ülkesine götürmüştür. Bunun yanında
Batı’dan gelen birçok değişik uygulamalar, zevkler, giysiler, alışkanlıklar vb.
de tersi bir yol izlemiştir. Bu gezginler yalnızca kendi toplumları için önemli
değildir. Türk toplumu da Batılıları bu seyyahlar yoluyla tanımıştır. 14 ocak
1999 tarihinde yayınlanan Florence Marguier tarafından
sunulan ve Danielle Fontanarosa tarafından hazırlanan ve France Culture
radyosunda yayınlanan Doğu Expresi (Orient-express) treniyle ilgili bir
belgeselde, İstanbul doğumlu ve o dönemde Paris’te yaşayan bir hanımefendinin
söyledikleri ilginçti: “Batı için bu tren Doğu Expresi (Oreint-express) idi,
ama bizim içinse Batı expresi (Occident-express) idi. Batıyı bir biçimde bu
trenle, gelen yolcularla tanıyorduk” demişti [5]. Aynı durum bu seyyahlar için
de geçerlidir.
Bu sergideki görselleri bir araya getirmenin
oldukça zor olduğu anlaşılıyor. Bir müzedeki resimleri toplayıp getirilmiş ve
bu şekilde açılmış bir sergi değildir. Çok özenle seçilmiş yapıtlar bir araya
getirilmiştir. Sergideki tüm gezginler bir şekilde İzmir ile ilişkili
olanlardır. Bu durum özenle ve özellikle seçilmiştir. Bu kadar görsel bir araya
getirmek için de uzun süre çalışıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin sergide sunulan
parçalar Blanc Belediye Kütüphanesi, Lyon Belediye Kütüphanesi, Fransa Ulusal
Kütüphanesi, Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Louvre Müzesi, Orsay Müzesi,
Robert-Lynen Sinema Klübü, İstanbul Anadolu Araştırmaları Fransız Enstitüsü,
Bordeaux Güzel Sanatlar Müzesi, Montpellier Fbre Müzesi, Tours Güzel Sanatlar
Müzesi, Rueil-Malmaison Şatosu Ulusal Müzesi ve Arkas Holding’in müzesinden
ödünç alınarak getirilmiştir. Ayrıca adları belli 60 kadar özel kişilerin
koleksiyonlarından alınanların yanında adlarını açıklamak istemeyen
koleksiyoncuların koleksiyonlarından alınan yapıtların da olduğu
belirtilmektedir. Sözün kısası, çok özenle seçilmiş bir sergiyi izlediğimiz
ortadadır. Arkas Holding sahibi değerli Lucien Arkas ve yöneticilerinden sonra,
serginin küratörü ve katalogun editörü sevgili Jean-Luc Maeso’ya İzmir halkının
kocaman bir teşekkür borcu vardır.
Sergideki kişilerin çoğunluğu daha önce
fazlaca bilinmeyen kişilerdir. Çok tanıdık olanlar bulunsa da ilk kez adlarını
duyduğum gezginler daha fazlaydı demek isterim. Alexandre de Lebour ve Léon de
Laborde’lar, Anadolu’ya gezgin olarak gelen kişilerin öncülerindendir. 1838
yılından itibaren Anadolu’ya gelir. Kendisi kazıbilimci (fr. archéologue),
coğrafyacı, insanbilimci (fr. anthropologue) gibi davranıp Anadolu’nun
bir kısmını yüzyılın en erken tarihlerinde resim çizerek, not alarak,
gördüklerini antik çağdaki bilgilerle karşılaştırarak betimleyen ilk
gezginlerden birisidir.
Avrupalı sanatçılar, 19. Yüzyılın sonuna kadar
kendilerini Yunanistan’ın çocukları olarak kabul ediyorlardı. Bu dönemde
Yunanistan, Yunanistan’dan öte bir hümanizmayı simgeliyordu. Zaten Humanizma
sözcüğü, başlangıçta “Antik yapıtları çok iyi anlayıp çevirenleri” belirtmede
kullanılıyordu. Bu 19. Yüzyılda da az ya da çok sürmektedir.
Louis-François Casas (1756-1827) Anadolu’yu
karış karış gezer. Arkas Sanat Merkezi’nin bu sergi için hazırladığı kapsamlı
tanıtım kitabında Annie Gilet bu gezgin ile ilgili bir makalesi yer almaktadır.
İlgili gezgin Efes harabeleriyle fazlaca ilgilenir. Şu da 1788-1790 civarında
kağıt üzerine karar kalem çalışması olarak yaptığı bir resimdir. Resmin adı da
oldukça ilginç: “Efes’te Zulüm Kapısı önünde Doğululara ait figür çalışmaları”.
İşin içine dinsel betiler (fr. figure) girerse zulüm de, öç de, kin de
konuşulmaya başlanır. Bu resimdeki “zulüm kapısı” kavramı dinsel bir yanı
simgeliyor olmalıdır.
Louis-François Cassas: Efes zulüm kapısı önünde Doğululara ait
figür çalışmaları
|
Bu sergide neredeyse Anadolu’nun her yanıyla
ilgili resimler, gravürler, kara kalem çalışması, çizimler var. Örneğin:
Afrodisias, Afyonkarahisar, Amasra, Ankara, Antakya, Birecik, Bitlis, Bodrum,
Bozcaada (Tenedos), Buca (İzmir), Bursa, Çavdarhisar, Çeşme, Didim, Diyarbakır,
Doğanlı (Konya), Edirne, Efes, Eğirdir, Foça, Gelembe, Geyre, Haliç,
Hierapolis, Isparta, İstanbul, İzmir, İznik, Konya, Madenşehir, Malatya, Milas,
Milet, Pamukkale, Pınarbaşı, Sapanca, Sapanca, Silifke, Sinop, Tarsus, Toros
dağları, Truva, Urfa, Üsküdür, Van vb. Mutlaka unuttuğum yerler olmuştur. Ama
bu sayı bile çok büyük.
Jules Laurens adlı bir gezgin Anadolu’yu karış
karış gezer. Bursa’dan Diyarbakır’a, Sinop’tan Bitlis’e her yeri gezer[6].
Birçok yerin kara kalemle görsel çalışmasını yapar. Bu şekilde daha önce
Avrupalılar tarafından bilinmeyen, hiç görülmemiş imgeleri gözler önüne serer.
Özellikle Diyarbakır’dan çok etkilenir ve bu şehri Kudüs’le karşılaştırır.
Hugo Les Orientales’in önsöznünde
“Doğu’ya gitmeliyiz” diyordu. Sonraki dönemde Fransız devlet adamları bu sözü
fazlasıyla yerine getirirler. Hatta sonraki dönemde Fransız devleti de bizzat
bu “Doğu'ya seyahatleri” destekler. Hem parasal açıdan hem de diplomatik olarak
devletler nezdinde yardım yapar, yaptırır. Bir bakıma Hugo’nun isteği
fazlasıyla yerine getirilir. Bunlardan birisi de Charles Texier’dir. “Kralın
eğitimden sorumlu bakanı tarafından Asya’ya gönderildim”[7]
diye anılarında söz eder. Bu gezgin Anadolu’yu çok ayrıntılı bir biçimde gezer.
Gezdiği yerlerle ilgili bilgileri 1839 yılında Description de l’Asie Mineur
(Küçük Asya’nın Betimlenmesi) adında bir kitapta toplar. Bitinya (Marmara),
İonya, Karya, Frigya, Toros yaylaları, Pamfilya, Likya, Kapadokya, Galatya vb
gezdiği yerlerden bazılarıdır.
Anadolu’ya gelen Fransız gezginleri değişik
mesleklerdendir. Coğrafyacılar, mimarlar, arkeologlar, tarihçiler ve daha
birçok meslekten kişiler gelir. Örneğin Pierre Dedreux, Anadolu’ya gelen ilk
Fransız mimardır. Farklı mesleklerden kişilerin gelmeleri önemlidir. Böylece
yalnızca fotoğrafları çekilmekle kalınmaz birçok tarihi yapıtın mimari
özellikleri, doğanın jeolojik yapısı, coğrafi durumları hakkında da bilgiler
öğrenmemize bu gezginler yardımcı olmuştur.
Anadolu’ya en uzun süre seyahat düzenleyen
Huyot adlı bir Fransızdır. 1817 yılında Paris’ten yola çıkar 1820 yılında geri
döner. Elbette uzun süre İstanbul’da yaşayan Pierre Loti ya da İzmir Tire’de
yaşayan Lamartine adlarını da anımsamak gerekiyor. Bazı gezginlerin bu
bölgelere gelip yerel giysiler içinde gezdikleri de olmuştur. Antoine-Alphonse
Montfort’un taşbaskı olarak çizdiği iki fotoğrafta bu durum görülür.
Kont Alexandre de Laborde’un gezginlik giysileriyle betimcesi
|
Yazar Léon Labord’un gezginlik giysileriyle betimcesi
|
Anadolu’ya gelen gezginler her zaman hoş
karşılanmıyor. İslam dini açısından resim çekmeye de yapmaya da hoş bakılmaz.
Bu nedenle gelen gezginler birçok resmi denizdeki gemi üzerinden yaparlar. Bu
nedenle resimlerin önemli bir kısmı gemilerden yapılmış geniş manzaralı
durumdadır. Ayrıntıları yeterince verememiştir.
Anadolu’ya gelip resimlere, gravürlere çok
emek veren gezginlerden söz edilebilir. Bunlardan birisi de Jules Gervais
Courtellemont’dur. Anadolu’nun değişik bölgeleriyle ilgili bin kadar fotoğrafın
yanında çok sayıda basılı yayın da bırakmıştır. Bu gezgin çok ilginç özellikler
sergiler. Pierre Loti dostu Gervais-Courtellemont için şunları yazar:
“O diyarların yakalanması en zor
yönlerini (…), çölün uçup kaçan ufkunu, seraplarıyla, hareket halindeki
belirsiz gölgeleriyle; şehirlerin yitmiş ihtişamlarını, ulu caminin geniş
hatlarını ve sözcüklere sığmayan görkemiyle girintilerinin ve fayanslarının en
küçük ayrıntılarını; Arabi hal ve
tavırları, bakışlarıyla, gözlerindeki düşüncelerinin erişilmesi güç
uzaklığına işaret eden kaçamak anlatımlarıyla, en sonunda gecelerin ve
sabahların berrak ışıklarını, sadece, bir saniye süren tuhaf ışıldamaları ve
ayın gökyüzündeki fantazmagoryalarını belgeliyor”[8].
Doğu'yu nasıl özenli anlattığı bu alıntıdan da
anlaşılıyor. Jules Gervais Courtellemont Doğu'yu daha iyi anlayabilmek için İslamiyet’i
seçiyor. Böylece Müslüman Türkler arasında daha kolay kabul görmüştür. Benzer
durumu Pierre Loti’de de görürüz. O da İstanbul’da bir Türk gibi yaşar.
Jules Gervais Courtellemont Doğu konusunda en
nesnel anlatımı yapan gezginlerin başında gelir. Diğer gezginlerin yanlı
anlatımlarından üzüntü duyar. “Paşaların, dansözlerin, odalıkların anlatıları
ne yazık ki anlatıyken birer gerçek durum gibi söylenir oldu. Doğu ile Batı
halkları arasındaki bu yanlış anlamaların yol açtığı işte bu hatalara karşı
sesimi yükseltmek istiyorum. Gerçek yaşamda bu hatalar bizi çok ağır siyasi
yanlışlara sürüklemektedir”[9].
Batı’nın yabancıllık (fr. exotisme) dediği şeyin temelinde gerçekte
kendisinde olmayan ve biraz garip biraz da gizemli olan şeye ilgi vardır. Düzenli
bir şehir yaşamı kendilerinde de var, ama karmaşa ya da dinsel nedenlerle Batı
dünyasından farklı olan bir şeyi not ederek kendi toplumlarına tanıtırlar. Bu
nedenle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Harem izleği, Batı’nın en çok ilgilendiği
konular arasındadır. Yukarıda belirttiğimiz Doğu'yla ilgili kitapların kapağında
da Harem ya da “Doğu tipi giyinen” kişilerin giysileri ile kitap kapakları
hazırlanmıştır.
Gezilerin en büyük özelliklerinden birisi de,
toplumların birbirinden etkileşimidir. Başkasının duyduğu izlenimi öğrenme
duygusu gelen kişiyi ilginç kılmaktadır. Diğer yandan gezginin kendi ülkesine
götürdüğü bilgiler, görsel öğeler de kendi toplumu için önemli bir bilgi
kaynağıdır.
19. yüzyılda henüz pek keşfedilmemiş olan
arkeolojik mirasıyla tanınan Küçük Asya, batılı ulusların önce ilgi odağı daha
sonra ise rekabet edecekleri bir yer olur. Başka ülkelerin yanı sıra özellikle
Fransa ve Almanya, daha sonra Avusturya ve İngiltere arasındaki çekişmeler
bundan sonra diplomatik olduğu kadar bilimsel de olacaktır[10].
Batının bu kendi arasındaki olumlu anlamdaki rekabeti bu Batı Uygarlığını
geliştirmiştir. Herkes birbirini kıskanır ama kimse diğerini kötülemez.
Biliyorsan sen daha iyisini yap. Bu kadar. Maalesef doğru toplumu, en azından
Türklerde böyle bir durum yoktur. Biz birbirimizi yeme konusunda uzmanız. Başka
toplumlara kalmadan rahatlıkla birbirimizi tüketebiliriz. Bu konuda çok şey
yazılabilir ancak konuyu dağıtmamak adına kısa keselim.
Biz göçebe bir toplum olarak Tarihte yer
almışız. Batılı gelip buraları betimlerken ne acıdır ki Türkler bulundukları
toprakların altında üstünde ne var ne yok, bilmemektedir. Aslında şaşılacak bir
şey yok. Bizim kendi tarihimizi de başkalarının yazılarında aramaktayız. Ben
birkaç çalışmamda bu durumu dile getirdim[11]. Burayı bilmiyoruz da geldiğimiz topraklar Orta Asya için de bir şey yapmamışız.
Batıdan gelen birçok araştırmacı Küçük
Asya’daki birçok tarihi yeri bulup betimlerler. Sonraki dönemlerde ise devletten
izin alıp kazı yaparlar. Anadolu ve Mezapotamya’daki kazılar insanlık için
önemlidir. Örneğin bu bölgedeki kazılarla Akadlar, Antik Yunan (Rumlar),
Bithynialılar, Bizanslar, Bulgarlar, Doğu Roma İmparatorluğu, Etiler,
Fenikeliler, Frikyalılar, Hattiler, Hititler, Hurriler, İyonyalılar,
Kapadokyalılar, Karyalılar, Lidyalılar, Likyalılar, Luviler (Klikya dili),
Medler, Mitanniler, Mysialılar, Osmanlılar, Palacalar (Paflagonya dili),
Persler, Selçuklular, Sümerler, Traklar, Türkler, Urartular vb. hakkında
bilgiler edineceklerdir. Tarihin Sümerlerle başladığını düşündüğümüzde ya da
Avrupalıların Antik Yunanlıları ataları olarak kabul ettiklerinde burada yer
altında yatan uygarlıkların ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Gezginlerin
bazıları toplumsal yaşamla ilgili ilginç ayrıntılar yakalamıştır. Örneğin
Alexandre Bida adlı gezgin “Afyon içen kadın”, “Satranç oynayan üç Türk”, “Dört
Türk müzisyen”, Barry ise “Ermeni berber”, Alexandre Gabriel Descamps “Dükkanında
sigara içen Türk tüccar” gibi desen çalışmaları yapmıştır. Bu çalışmalarda
dikkat çekici bazı yanlar bulunmaktadır. Örneğin “Türk müzisyen”, “Ermeni
berber”, “Trompet çalan Türkler” ya da “Türk tüccar” demesi, o dönemde Osmanlı
İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan her Etnik ulus her türlü sanatı, ticaret
yapabilirdi. Bu nedenle ulusu yazma gereğini duymuştur.
Şimdi şöyle yazılsaydı: “Ankara’da Türk bakkal”, “Türk müzisyen”, “Türk kasap”
biçiminde yazılsa anlamsız olurdu. Diğer yandan “Afyon içen” kadın için ulusunu
belirtmemiş olması da anlamlı. Antoine Alphonse Montfort’un “Kırmızı, sarı,
beyaz çizgili türban giymiş ayakta duran bir Türk” deseni ise o dönemdeki
Türkün oldukça görkemli bir giysisini betimlemektedir. Montfort’un suluboya
ile, kahverengi mürekkep ile, guaj boyası ile, metal uçlu siyah estomp ile
yaptığı Türk toplumun giysileri ve farklı davranışlarını belirten ilginç
desenler yapmıştır.
Barry: Ermeni berber
|
Antoine Alphonse Montfort: Kırmızı, sarı, beyaz çizgili türban
giymiş ayakta duran bir Türk
|
Alexandre Bida: Afyon içen kadın
|
Francesco Ballesi: Satılık Çömlek
|
Alexandre Bida: Satranç oynayan üç Türk
|
Christope Edmond Kellerman: İzmir. Türk mahallesinin iskelesi
|
Sergide Küçük Asya’nın değişik illerinden
ilçelerinden manzaralar, ayrıntılı çizimler, krokiler yer almaktadır. Diğer
yandan İstanbul ile ilgili hatırı sayılır bir resim grubunun olduğunu söylemek
de gerekiyor.
Sergide haritalar ve krokiler de önemli bir
yer tutar. Örneğin Félix Sartiaux Foça kazılarını yapar. Foça ile ilgili Yeni
Foça’dan Eski Foça’ya (De la nouvelle à l’ancienne Phocée) adıyla bir
kitapta yaptığı çalışmaları toplar ve 1914 yılında yayınlar. Foça’nın sit
alanlarını ve kıyı şeridini belirten jeolojik bir harita hazırlar. Yine Louis
Delaporte 1932 yılında Malatya şehrindeki eski Melid’i keşfeder. Devletten aldığı
yetki belgesi ile bu çalışmaların sonunda çok önemli yerleşim bölgeleri bulur.
Dalloni ve Félix Sartiaux tarafından 1921’de yapılan Foça
haritası
|
Delaporte’un rölövelerinden yola çıkılarak hazırlanan Malatya
şehrinin panaromik görüntüleri
|
Bu sergi ile ilgili yazılacak çok şey var. Çünkü
XVIII. Yüzyıldan başlayıp XX. Yüzyıl başların kadar gelen bir süredeki batılı
seyyahların ve özellikle Fransız seyyahların gezip gördükleri, biz<im fark
edemediğimiz değerlerimizi, şimdilerde yerinde yeller esen kazıbilimsel
uzamları çok güzel gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak bir kez daha sergide her türlü
katkısı ve/ya da emeği geçen herkese teşekkür etmek İzmirli olarak bizlere düşen
büyük bir sorumluluk ve yükümlülük. Teşekkür ederiz böylesini anlamlı ve merak uyandırıcı bir sergiyi bize izlettirdiğiniz için.
KAYNAKÇA:
ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları.
COUPRIE, Alain (1986) Voyage et Exotisme au XIXème Siècle, Paris: Hatier.
France Culture (14. 01. 1999) “Orient-express” https://www.franceculture.fr/emissions/les-nuits-de-france-culture/jean-des-cars-lorient-express-est-lincarnation-ferroviaire-de?xtmc=orient expres&xtnp=1&xtcr=3 (son ulaşım: 01 Kasım 2016)
GÜNAY, V. Doğan (2013) Dil ve İletişim, genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul: Papatya Yayınları.
GÜNAY, V. Doğan (2016) Kültürbilime Giriş. Dil, Kültür ve Ötesi…, İstanbul: Papatya Yayınları.
HUGO, Victor (1981) Les Orientales. Les Feuilles d’Automne, Paris: Gallimard.
ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları.
COUPRIE, Alain (1986) Voyage et Exotisme au XIXème Siècle, Paris: Hatier.
France Culture (14. 01. 1999) “Orient-express” https://www.franceculture.fr/emissions/les-nuits-de-france-culture/jean-des-cars-lorient-express-est-lincarnation-ferroviaire-de?xtmc=orient expres&xtnp=1&xtcr=3 (son ulaşım: 01 Kasım 2016)
GÜNAY, V. Doğan (2013) Dil ve İletişim, genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul: Papatya Yayınları.
GÜNAY, V. Doğan (2016) Kültürbilime Giriş. Dil, Kültür ve Ötesi…, İstanbul: Papatya Yayınları.
HUGO, Victor (1981) Les Orientales. Les Feuilles d’Automne, Paris: Gallimard.
[1] HUGO, Victor (1981) Les Orientales. Les
Feuilles d’Automne, Paris: Gallimard, s. 16.
[2] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
s. 19 (Bu tanıtım kitabı, ilgili sergi için hazırlanmıştır. Üç dilde
hazırlanmıştır. Kuşe kağıda basılmıştır. 266 sayfa. ISBN: 978-605-5974-34-3)
[3] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
s. 30.
[4] COUPRIE, Alain (1986) Voyage et
Exotisme au XIXème Siècle,
Paris: Hatier, ss.10-78
[5] İlgili yayını şu adresten izlemek
olasıdır: France Culture (14. 01. 1999) “Orient-express” https://www.franceculture.fr/emissions/les-nuits-de-france-culture/jean-des-cars-lorient-express-est-lincarnation-ferroviaire-de?xtmc=orient
expres&xtnp=1&xtcr=3 (son ulaşım: 01 Kasım 2016)
[6] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
s. 59.
[7] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
s. 66.
[8] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
ss. 96-97.
[9] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
s. 100.
[10] ARKAS Holding (2016) Anadolu
Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle /
Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları,
s. 151.
[11] Konu ile ilgili olarak şu kaynaklara
bakılabilir: GÜNAY, V. Doğan (2013) Dil ve İletişim, genişletilmiş 2. Baskı,
İstanbul: Papatya Yayınları, s. 112; GÜNAY, V. Doğan (2016) Kültürbilime
Giriş. Dil, Kültür ve Ötesi…, İstanbul: Papatya Yayınları, s. 79.
Ellerinize, emeğinize sağlık hocam. Muhteşem bir yazı olmuş.
YanıtlaSilMelihciğim, sağolasın. Gezginler (seyyahlar, fr. voyageur) toplumların birbirini tanımalarında önemli işlevleri vardır. Bu durum Fransız gezginler için geçerli olduğu gibi Evliya Çelebi ya da Marko Polo için de geçerli bir durumdur.
YanıtlaSil