"KOR" FİLMİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME/ÇÖZÜMLEME


KOR: GEÇMİŞİN ŞİMDİDE YAŞANDIĞI AŞK ÜÇGENİ DAĞILMIŞ BİR DURUMDA
ELEŞTİRİDEN ÇÖZÜMLEMEYE SİNEMA YAZILARI (1)
V. Doğan Günay

Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Aslıhan Gürbüz, Taner Birsel, Caner Cindoruk, İştar Gökseven, Çağlar Çorumlu, Dolunay Soysert
Tür: Dram
Ülke: Türkiye, Almanya
Vizyon tarihi: 22 Nisan 2016
Süre: 2saat 25dk.
ÖZET: Kocası Cemal’in Romanya’ya kaçak işçi olarak gitmesinin ardından evde giysi dikerek geçimini sağlayan Emine, bir giyim atölyesinde eski patronu Ziya ile karşılaşır. Ziya, Emine’nin durumunu görüp ona yardım eli uzatır; bu arada ikilinin arasındaki ilişkinin seyri de değişir. Ancak bir süre sonra Cemal, Romanya’dan döner. Üç kişinin de hayatı dönüşü olmayacak şekilde değişecektir.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Zeki Demirkubuz’un üstlendiği Kor, “aşkın ve ihanetin gayya kuyusu”nu beyazperdeye taşıyor. Filmin başrollerinde Aslıhan Gürbüz, Taner Birsel, Caner Cindoruk ve İştar Gökseven yer alırken kadroda kendilerine Çağlar Çorumlu, Dolunay Soysert, Talha Yayıkçı ve Berat Özdemir de eşlik ediyor.



Homo faber est suae
quisque fortunae[1]
Türk seyircisi 22 Nisan 2016 tarihinde Zeki Demirkubuz’a ait KOR filmiyle tanıştı. İlk akla gelen, Demirkubuz’un yine o bildik filmlerinden birisi demek kolay bir yaklaşım olacaktır. ‘Sanat sanat içindir’ görüşüne biraz yakın, gündelik yaşamın felsefesini yapan filmlerden birisi daha demek çok kolay. Bir bakıma doğruluk payı da vardır. Eleştirilerimiz olsa da yine de son dönem Türk sineması açısından önemli bir çalışma olduğunu söylemek gerekiyor. Belli bir güzelduyusal (fr. esthétique) kaygıyla oluşturulmuş bir film olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Son dönemde Türk sinemasında “sanatsal” açıdan özgün filmlere imza atan bir yönetmenden yine farklı bir filmle karşı karşıyayız.
Türk sineması yalnızca gerçek olaylardan yola çıkarak eyleme dayalı anlatımları çoktan aştı. Artık gerektiğinde ruhçözümsel (fr. psychanalitique) yöntemlerle kişilerin “ben”ini farklı açılardan sorgulama yoluna giden daha özgün ve sanatsal açıdan daha yetkin filmler görmekten izleyici olarak mutlu olduğumuzu belirtelim. Daha kat edilmesi gereken çok yol var. Örneğin göstergebilimci, toplumbilimci, ruhçözümleme uzmanı  ve insanbilimcinin rehberliğinde özgün filmler üretilebilecektir. Yeni kuşak yönetmenlerden bu yönde özgün çalışmaların çıkacağına inanıyorum. Alanın uzmanı danışmanlardan yardım alınarak çekilebilecek bir film hem sanat açısından güçlü olacaktır hem de içerik açısından yetkin ve tutarlı anlatımlar olacaktır. Kahramanların özelliklerini dikkatlice yerleştirebilmek filmin başarısını ve izleyici üzerindeki etkisini arttıracaktır. Akla gelen bir örnek 1985 yılında İngiliz İnsanbilimci ve yapımcı Hug Brody tarafından yönetilen Nineteen Nineteen (1919) filmi farklı danışmanlardan yardım alınarak çekimi yapılmış bir filmdir. Özellikle ruhçözümleme açısından çok yetkin filmlerden birisi olarak gösterilir. Biz kendi filmimize dönelim.
Yönetmen Zeki Demirkubuz son dönemin başarılı yönetmenlerinden birisidir. Kendisiyle ilgili internette fazlasıyla bulunabilecek bilgilerden birkaçını biz de yineleyelim: Demirkubuz’un yönettiği 13 film var[2]: Kor (2016), Bulantı (2015), Yeraltı (2011), Kıskanmak (2009), Kader (2006), İtiraf (2001), Yazgı (2001), Üçüncü Sayfa (1998),  Masumiyet (1997), Barış Expresi (1996), C-Blok (1993). Bunun yanında iki tane televizyon dizileri yönetiyor, 11 senaryo yazıyor, 9 yapımcılığı var, 4 görüntü yönetmenliği, 10 oyunculuk, 6 kurgu gibi çok üretken bir Türk sinemacısının yeni filmini izlemek büyük bir zevk.
Onüçüncü filmi KOR filmi de mutlaka kendisinden söz ettirecektir. Farklı yarışmalardan ödül alacağına inanıyorum. Bizce almalıdır da. Ama biz yine de bildiğimiz uzmanlığa bağlı olarak “kor” filmini sorgulamak isteriz. Herkes aynı filmi övmenin yanında farklı açılardan eleştirebilir de. Burada ters bir durum yoktur. Sözceleme kuramı açısından sözce ağızdan çıktıktan sonra artık o söylenmiştir. Düzeltme şansı yoktur. Onun yerine yeni bir sözce üretebilirsiniz. Film açısından bu durumu değerlendirdiğimizde bu film izleyiciyle buluştuğu anda yönetmenin söyleyecek bir sözü kalmamıştır. Artık söz sırası izleyicinindir. İzleyici de bazen haksız bile olsa aklına gelen her açıdan filmle ilgili görüşler ileri sürebilir. Örneğin bizim gibi kurmacayı merkeze alanlar senaryonun eksikliğini öne çıkaracaktır, bir başkası görüntüde başarıyı ya da başarısızlığı (öyle bir yanı varsa elbet) yazısına konu edinecektir. Bir başka eleştirmen de metinlerarasılık bağlamında bir başka filmden esinlenip esinlenmediğini tartışmaya açacaktır. Bu tür yanların olup olmadığını bilmiyoruz, hemen aklımıza gelen birkaç değerlendirme konusu olarak yazdıklarımızdır. Yoksa aynı filmin ruhbilimsel çözümlemesi yapılabilir. Yine aynı film toplumsal açıdan ve başka birçok bakımdan değerlendirmek olasıdır. Bu tür eleştiriler önemlidir. Çünkü bu yazılar ilgili filmi incelemeye değer bulunduğunu gösterir.
Biz anlatı tekniği açısından bu çalışmayı ele alacağız, kurgunun yetkinliğini ele almaya çalışacağız. İlk akla gelen Demirkubuz’un başka filmlerine de benzeyen bir bakıma “bu bir benim biçemim” dedirtecek bir anlatım biçimi var. Az konuşma filmin en belirgin yanı.  Sanki kahramanlar “konuşma özürlü” tiplerdir. En çok duyulan tümceler “bilmem”, “nasıl istersen”, “niye sordun?” türü kısa ve bağlamdan kopuk anlatımlardır. Sinema tekniği açısından az konuşma okuyucuya düşünme ve boşlukları gördükleri ve izlediklerine göre kendilerinin doldurmalarını sağlamaktadır. Sanat açısından yönetmen “es geçilen kısımları” bildiğini izleyiciye aktarabiliyorsa, izleyici bu boşluklardan sıkılmaz. O zaman boşluğu filmin bütünlüğü içinde kendisi doldurabilecektir. Diğer durumda bu az konuşma filme bir sıkıcılık da getirebilir.
Karakterlerin, her birinin olmasa da, kendine özgü dil kullanımı var. Birkaç karakterde argo kullanımı baskın. Bir tekstil atölyesinde çalışan Emine’nin (Aslıhan Gürbüz) konuşması ölçünlü dil düzeyinde. Hâlbuki daha yerel bir dil kullanımı ve daha yalın bir anlatım bekleniyordu (Eski Türk filmlerindeki tarlada çalışan Fadime’nin İstanbul ölçünlü Türkçesini konuşması gibi bir durum var). Emine’nin üniversite mezunu entelektüel bir bilgi birikimine sahip görünüşü var. Bu açıdan bulunduğu konumla konuştuğu dil tezatlık oluşturuyor. Kocasının dil kullanımı karakterine uygun görünmektedir. Kahvehanede okey oynayan kişinin (Çağlar Çorumlu) kendine özgü bir dili ve karakteri var. Ancak o kişinin anlatının tamamına katkısı var mı, tartışılır. O kahve sahneleri anlatıya ne katıyor? Bize sorarsanız kocaman bir hiç. Elbette Cemal tek başına değil. Toplum içinde çevresiyle birlikte bir birey olabilmektedir. İyi de bu kahvenin, Cemal’in karakteri ya da kişiliği açısından da fazla bir katkısının olduğu söylenemez. Belki o kahveden birisi de aynı atölyede çalışabilir ve bazı ortak yanlar geliştirilebilirdi (kurgu açısından eksikliklerden birisi denilebilir mi?).
Kullanılan dille ilgili getirilebilecek bir başka eleştiri ise, biraz fazla küfür var. Bazıları rahatsız ediyor. Film günlük yaşamı olduğu gibi yansıtma peşinde. İyi de günlük yaşamın içinde bu kadar küfür var mı, emin değiliz.
Seçilen zaman biraz sıkıntılı. Belki de bilinçli seçilmiş bir zaman dilimi var. Gündüze kıran girmiş olmalı ki, hep gece, akşam ve karanlık zamanların baskın olduğu görülüyor. Bu karanlık zaman dilimi ve ona bağlı olarak seçilen uzam biraz baskıcı bir film ortamı hazırlıyor gibi görünmektedir. Eve dönüşler hep akşam, Emine ile Cemal’in yatak odaları sadece akşam ve gece sırasında görülür. Emine koca bir sigarayı gecenin bir saatinde hiçbir şey konuşmadan içer bitirir. Bu kısım sanki “zaman doldurma” gibi görünür. Kişinin sigara içmesinin gösterilme biçimi bu kadar uzun olmamalı (mı?)
Filmdeki kahramanlar çok fazla değil. Başrolde üş kişi var: Cemal- Emine-Ziya. Bunun dışında birkaç karakter daha var. Onların rolü çok sınırlı. Örneğin Ziyanın (Taner Birsel) atölyedeki yardımcısı (İştar Gökseven) ile Ziya’nın karısı (Dolunay Soysert) birkaç kez görünüyor. Burada eleştirilecek bir durum değil. Yalnızca var olan durumun betimlenmesi olarak yazıldı. Her kahraman eşit düzeyde filmde yer alacak diye bir kuralın olmadığını biliyoruz.
Aşk üçgenine gelince, klasik anlatıların vazgeçilmez kurgusudur aşk üçgeni. Erkek-karısı-erkeğin metresi ya da kadın-kocası-kadının sevgili[3] şeklinde olabilen bu üçgen; KOR filminin anlatısında, ikinci türde gelişir. Aşk üçgeni Cemal-Emine-Ziya arasında gelişiyor. Eğer kor bu üçgenin üç köşesini de belirtiyorsa Cemal tarafı oldukça bilinmeyenlerle doludur. Emine ile Ziya arasında bir ateşli durum var. Asıl olarak Ziya’nın geçmişte kalmış bir kor’un bir süreliğine parlaması, ateşlenmesi durumu var. Örneğin Emine “sen beni istiyor muydun?” dediğinde, Ziya “evet” der, ama Emine “ben nasıl fark etmemişim” der. Eskiden olmayan sevgi belki de bu ilişkiden sonra başlar. Cemal ise bütünüyle karısını kıskanma durumu vardır. Romanya’dan döndükten sonra patronu olan Ziya’ya belleğinden geçenlerle, söyledikleri çok farklı şeylerdir. Atölyedeki konuşmada çok düzeyli bir ilişki görülür. Ama beyninden geçenlerin böyle olmadığı sezinletilir. Bu sezinletme hiçbir zaman uygulamaya dönüşmez. Örneğin öç alma isteği var mıydı, belli değil. Yine Ziya’nın geçirdiği söylenen trafik kazasında Cemal’in bir rolü oldu mu, akla gelen bir durum ama izleyiciye hiçbir ipucu verilmez. Ama bunlar filmde merak olarak kalır. Ruhbilimsel açıdan “insanı çevreleyen dünyayı keşfetme ve ortaya çıkarmaya dair doğuştan gelen gereksinim”[4] olarak tanımlanan merak, burada bazı kahramanların anlatının başlangıcından önce olup bittiği varsayılan bazı durumları bilme isteği olarak tanımlanabilir. Bu durumların bilinmesi anlatıyı daha belirgin kılacaktır. Ama çok fazla bilmeden de film-anlatı bu biçimde okunup (izlenip) anlamlandırılabilecektir.
Bir başka açıdan aşk üçgenindeki üç köşe farklı zamanlarda kor haline dönüşmüş, kor halinde ya da olacak gibi. Örneğin Ziya geçmişte kor halindeymiş, anlatı sırasında bir daha olacak gibi oldu, ama anlatı sonunda bu kor sönmüştür. Emine geçmişte kor değil, buz halindeymiş. Anlatı boyunca yavaş yavaş ısınıyor, gelecekte kora dönüşecekti. Ölümle o da yarım kalır. İlaç içmesini bu sevgiye bağlarsak geleceğe yönelik en keskin kor durumu Emine’de görülür. Cemal ise eşi olduğuna ve severek evlendiğine göre, geçmişte kor halindeymiş ama şimdilerde belki de bu sevginin devamı, büyük bir kıskançlık var. Sevgi mi, kıskançlık mı yoksa nefret mi olduğu belli olmayan bir duygu yumağı içinde boğuşup duruyor. Romanya'dan geldikten sonra şüphe ile her yeri karıştırıyor. Bu karıştırma sırasında çocuğun ameliyatını öğreniyor. Çekmeceleri karıştırması bir şey ararken rastgele bulunan bir gerçek mi yoksa kıskançlıkla “acaba?” şeklindeki bir şüphenin sonucu mu, açıkçası çok belirgin değil.
Anlatı tekniği açısından eleştirilebilecek bir durum da erotizmin fazlaca “brüt” olarak sunulması. Yine erotizm değil, tersine kaba bir cinsellik var. Bu kaba durumun üç kez yinelenmesi rahatsız edici. Emine ile Ziya arasındaki ilk karşılaşma kabul edilebilir. İstenirse bu ilki de biraz daha estetize edilebilirdi. Ama sonrakiler çok da kabul görecek türden değil.
Ziya ile Emine evlenmeye karar verirler. Ziya’nın Cemal ile durumu açık açık görüşmek istemesi bu “kor”u belirtir. Ama Emine’nin “yapabilecek misin?” sorusuna “başka çare var mı?” demesi biraz da kaderciliği mi getiriyor, bilinmez. Yani Ziya’nın bu konudaki düşünceleri ikirciklidir. Zaten sonrasında da tekrar eşine döndüğü şeklinde bir konuşma da duyulur ama bunun da gerçekleşip gerçeklemediği belli değil. Sonrasında gelişen olaylar da, Ziya ile Emine arasındaki aşkın gelişmeyeceğini gösterir. Cemal ile bu durumu görüşmeye karar veren Ziya, sonra vazgeçer. Karısı ile barıştığını söyler. Duygusunu hiç belli etmeyen Emine sadece ilaç içerek Ziya’ya olan aşkını göstermiş olur. Bunu da biz yorumluyoruz, yoksa anlatıda bu durumun Ziya’nın ölmesiyle ilgili olup olmadığı bile belli değil.
Kor filminin kurgusal yapısına gelince, sanki okuyucuya bırakılan yanlar çok fazla olmuş. Tamam okuyucu/izleyici de okuduğu izlediği film karşısından bazı etkinliklerde bulunması beklenir ancak bu filmde sanki çok fazla boş bırakılmış kısımlar var. Umberto Eco’nun sanat yapıtı için söylediği şeyin farkındayız: “Sanat yapıtı tembel bir makinadır ve okuyucu/izleyici boşlukları doldurmalıdır”[5] ama izleyici bu kadar boşluğu nasıl doldurulacak, kestirmek zor. Bu boşlukları doldurmak için yeni bir film daha çekilmeli diye düşünüyoruz. Birden çok konu var ve her birinde birçok eksik kalan kısımlar var. Bunlardan bazıları anlatının sağlıklı bir biçimde anlaşılmasına engel olabilmektedir. Örneğin Emine’nin ilaç içmesinin nedeni kocası mı yoksa trafik kazasında ölen sevgilisi mi? Buna benzer birçok soru sorulabilir.
“Parayı nereden buldun?” sorusunun yanıtını okuyucu biliyor, bu açıdan kadının direnmesini anlayışla karşılayabilir. Ama atölyede çalışan Cemal (Caner Cindoruk), normal merdivenden inen Emine’den önce inip, Emine’nin Ziya’nın arabasına binerek gitmesini görüyor. Cemal yukarıdan uçarak inmiş olmalı. Bu mantığa ters bir durum. Sinema da bir anlatıdır ve kurmaca özelliği sinema için de geçerlidir. Ancak kurmaca demek “mantığa uygun olmayacak” ya da “akla uygun olmayacak” anlamına gelmez. Cemal'in Emine'den önce nasıl indiği bir biçimde okuyucuya sezdirilmeliydi. Mantıksal açıdan Emine’den önce inmesi olanaksız görünüyor, o zaman bu kısım anlatı tekniği açısından tutarsız görünüyor. Beaugrand ve Dressler’in söylediği her anlatının tutarlı ve bağdaşık[6] olması ilkesi bu kısımda atlanmış oluyor.
Yine akla uygun olmayan bir durum da şu olabilir: Emine evde ilaç içmiş. Çocuk evde tek başına oyun oynuyor. Cemal kapıyı kapatıp kahveye oyun izlemeye gidiyor. Çocuk evde tek başına, evde ölmüş mü yoksa bayılmış mı olduğu belli olmayan bir eş ve bunları önemsemeden kahveye oyun izlemeye giden bir koca. Bu akla uygun bir durum değil. İstediğiniz kadar “gündelik yaşamı olduğu gibi anlattık” deyin. Bu tür durumlar izleyici açısından kabul görmez.
Anlatı tekniği açısından filmde biraz daha çalışmak gerekebilirdi diye düşünüyoruz. Seyirciye sunulan bir filmde geriye dönerek bir şey yapılmayacağını biliyoruz. Sezar’ın deyişi ile “Alea iacta est” (Ok yaydan çıktı, zarlar atıldı). Artık bundan sonra konuşacak olan izleyicidir. Biz de bir izleyici olarak filmde biraz daha çalışılması gereken kısımların olabileceği yolunda bazı görüşlerimiz oluştu.
a. Örneğin Romanya’dan dönen Cemal’in Ziya’ya karşı sonradan gelişen duyguları pek belirgin değil. Bu biraz daha işlenmeliydi.
b. Cemal Romanya’ya gitti. Neden geri dönmedi. Oraya para kazanmak için gitti. Peki hiçbir parası olmadan mı dönmüş? O zaman Romanya yerine Türkiye’de herhangi bir yere de gidebilirdi. Türkiye’den Romanya’ya çalışmaya gitmek hiçbir zaman moda olmadı. Ayrıca kaçak işçi gitmeler genelde Almanya’ya olur. Cemal çalışmak için Almanya, Libya, Suudi Arabistan ya da Rusya’ya gidebilirdi. Ansiklopedik bilgilerimizle bunları tamamlayabiliriz, ama Romanya iyi bir seçim değildi. Hiçbir ayırt edici durum yok Romanya ile ilgili. Zaten Romanya’da da hapse düştüğü yolunda bilgiler de var. Bir internet yazısında “kocası Romanya’da tutuklanan genç bir kadın”[7] diye söz ediliyor. Romanya’da tutuklama ile ilgili, dikkatimizden kaçmadı ise, filmde bir şey duymadık. Okuyucunun bunu bilmesi için müneccim mi olması gerekiyor? Hapse düşecekse burada Romanya adının kullanılması çok mu önemli.
c. Filmin sonu nasıl bitecek derken birden aşağıdan yukarıya doğru yazı akmaya başladı. Belki de bizin en çok şaşırtan, düş kırıklığına uğratan kısım burası oldu. Tamam, 19. yüzyıl Balzac romanındaki gibi bir sonuç aramayalım da, bu filmde hiç mi bir sonuç yok. Zaten filmin önemli bir kısmı Emine ile Cemal’in yatak odasında geçti. Filmin sonunda da Emine ışığı söndürüp yatıyor. Bu çok sıradan bir durum oluyor. Anton Çehov’un ünlü sözü bu kurmaca yapıda işlevsiz kalıyor: “Duvardaki tüfek anlatının sonunda mutlaka patlamak zorundadır”. Bu anlatının baş kısmında “anlatının sonunda patlayacak bir sürü tüfekler” vardı. Onlardan birisinden bir sonuç oluşturulabilirdi. Cemal borçlarından kurtulur, Emine beynindeki Ziya düşüncesinden tamamıyla kurtulur, Cemal’in eşine güveni geri gelir. Ziya’nın evinde mutlu bir ortam başlar. Ya da bu durumların tersi de olabilir. Daha geçerli ve okuyucu ruhsal doyuma ulaştıracak bir sonuç geliştirilebilirdi. Bu anlatıda gelişen kısa kısa olaylardan varılabilecek bir sonuç bulunabilir. Hiç olmazsa Cemal’in tekstil atölyesinden yola çıkarak tekstil dünyasında sorunların olduğu konusunda bir sonuç bile oluşturulabilirdi.
d. Emine bir anne ama çocuğuna karşı bu annelik durumunu neredeyse hiç yansıtmadı. Bu kadar vurdumduymaz bir anne, üstüne üslük ikinci çocuğa da hamil olduğunu öğreniyoruz. Hamilelik filmin sonuna doğru ortaya çıkıyor. Belki bu izlek daha erken bir yere alınıp ikinci çocukla ilgili biraz daha konu geliştirilebilirdi. Çocuğun kimden olduğu okuyucuya bırakılmış ama çok hap içtikten sonra hamileliğin ortaya çıkması ne kadar kabul edilebilir, tartışmalı bir durum. Hastahaneye ilaç içtiği için götürüldü. Belki de midesi yıkandı. Sonra yine bir durum için ilaç içiyor. Haptan zehirlenen birisi sanki bu durumda hap içmez.
e. Ziya kaza geçirdi diye belirtildi. Ama sonrasında ölüp ölmediğini izleyici anlayamadı. Kaza sonrası işyeri ne oldu? Cemal ve Emine aynı yerde çalışmayı sürdürüyorlar mı? Buna dolaylı da olsa bir yanıt verilmeliydi.
f. Emine ilaç içmiş. Cemal bunu görüyor. Kahveye gidiyor, sonra koşarak geliyor. Niye geldi? Pişmanlık mı var? Onu hastaneye kim götürdü? Cemal'in Emine olan duygusu nedir? Ölmesini mi istiyor?
g. Emine’nin Ziya’yı atölyede görme isteğinde, Emine’nin duyguları biraz daha açılabilirdi. Yani kendisinin bu ilişkiyi istediği çağrışımlarla gösterilebilirdi. Burası bir eksiklik. Buradaki sezinletme anlatının sonunda Ziya ile birlikte olmasının öngönderimi (cataphore) olurdu. Hoş da olurdu.
h. Filmin tamamına yakını gece çekilmiş. Sanıyorum gündüzleri başka işler vardı. Nedense hep karanlık bir ortamda film çekilmiş. Kişi içeri girerken saat 12 idi, çıkışta 11.30 olmuş. Saat geriye doğru gitmiş. Genelde saat altıyı gösteriyordu. Hani bir zamanlar eleştirilirdi. “Tarihi film çekiyorlar ama gökyüzünden uçak geçiyor” ya da “Cüneyt Arkın’ın kolunda saat var” diye eleştirilirdi. Burada saatin kullanımında bazı dikkatsizlik mi olmuş acaba?
Bizim eleştirilerimiz filmin kötü olduğundan değil, tersine incelemeye değer bulduğumuzdan bu değerlendirmeyi yaptık. Sevgili Demirkubuz’dan bu tür sanatsal yanı ağır basan, yaşamı sorgulayan filmler beklediğimiz söylemek isteriz.
Sözün kısası film olarak bazen sıkıcı (az konuşmalar nedeniyle) ama üzerinde ahkâm kesilecek bir film. Çünkü birden çok olayla ilgili görüş oluşturulabilir. Gündelik yaşamın içinde sayısız küçük olaylar olup geçiyor. Film de öylesi bir durumu anlatıyor. Filmde gündelik yaşamın her kesitini görmek olası. Bu da bizi biraz “olağanüstü gündelik olayların olağan gündelik anlatımlarına” doğru götürür.
İyi seyirler……



Yayın tarihi: 06 Temmuz 2016

[1] İnsan kaderini kendisi yazar (Latince bir söz)
[3] GÜNAY, V. Doğan (Aralık 1993). La Technique de Narration Dans la Pièce de Théâtre Siegfried de Jean Giraudoux, Yayınlanmamış doktora tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, s. 125.
[4] SABBADINI, Andrea (2016) Hareketli İmgeler. Film Üzerine Psikanalitik Yansımalar. Çeviren. Özge Yüksel, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 6.
[5] ECO, Umberto (1989) Lector in fabula (Le rôle du lecteur), Paris: Livre de Poche, s. 82.
[6] de BEAUGRANDE, Robert; DRESSLER, Wolfgang U. (1981). Introduction to Text Linguistics. London: Longman, s.108.
[7] http://www.dunya.com/kultur-sanat/sinema/korda-saklanan-sirlar-297530h.htm

Yorumlar

  1. Gerek anlatı tekniğinin irdelenmesi, gerek karakterlerin ve kullanılan dilin ele alınıp incelenmesi bakımından okuduğum en kapsamlı ve açıklayıcı film eleştirisi. Kaleme alınan bu güzel ve emek dolu yazıdan sonra Kor filmi bir kez daha izlenmeli.Çok teşekkürler hocam.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?

TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİ OLABİLİR Mİ?