YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?
YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?
İNSANBİLİM VE BUDUNBİLİM İÇERİKLİ YAZILAR (2)
V. Doğan Günay
dogan.gunay@gmail.com
“İyiliğin
karşılığı, yalnız iyiliktir“
(Rahman suresi, 60. Ayet)
Şiir incelemesi konusunda şu kitaba bakabilirsiniz: https://www.tdk.com.tr/Metin-Bilgisi.html
Göstergebilimsel dörtgen ve göstergebilim çözümlemesi için şu kitaba bakabilirsiniz: https://www.tdk.com.tr/Bir-Yazinsal-Gostergebilim-Okumasi-Kuyucakli-Yusuf_60284.html
Anlambirimcik çözümlemesi için şu kitaba bakabilirsiniz: https://www.tdk.com.tr/Sozcukbilime-Giris_54981.html
Şiir ile kültürel değerler konusunda şu kitaba bakabilirsiniz: https://www.tdk.com.tr/Kulturbilime-Giris_43061.html
Merhaba,
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde Anadolu'da birbirinden kopuk biçimde iki farklı
edebiyat gelişmiştir. Birisi saray çevresinde biraz elitist olarak gelişen
divan edebiyatıdır. Diğeri ise sarayın desteği olmadan (hatta kösteğinden bile
söz edilebilir) kendi başına sözlü olarak gelişen halk edebiyatıdır. Halk
edebiyatı sözlü bir anlatıma sahiptir, anlatandan anlatana değişebilir. Bu
nedenle sürekli ezberlenmesi gerekir. Ezberlenmesi için daha yalın bir
anlatıma sahiptir. Bunun yanında sözlü olarak ezbere söylenmesine bağlı olarak
kişiden kişiye, zamandan zamana, bölgeden bölgeye anlatımları değişmektedir. Saraydaki
edebiyatta çok ağdalı bir dil kullanılmıştır. Osmanlıca denilen Arapça ve
Farsçanın baskısı altındaki bir dille bir şeyler yazılmaya çalışılmıştır.
Örneğin Osmanlıca tüm Türk dünyasında daha önceden egemen olsaydı Divan-ı
Lügat'it Türk (Türk Dilleri Sözlüğü) diye bir yapıtımız olmayacaktı.
Çünkü Kaşgarlı Mahmut'un "Türkçenin de Arapça ve Farsça kadar güçlü
olduğunu ve Araplara öğretmek istediği Türkçenin" yerinde yeller esecekti.
(Bir ayraç açarak konu dışı bir şeyi de anımsatmak isterim. Biz göçebe
toplumuz. Yerleşik düzene geçişimizin üzerinden epey zaman geçse de hâlâ kalıcı
ürünler ortaya koymada isteksizizdir. Lütfen günlük tutalım. Olayları kendi
açımızdan bildiğimiz kadarı ile yazalım ve basılı hale getirmeye çalışalım.
Sonraki dönemde bugünü gününe tutulan belgelerden öğrenilecek çok şey
olacaktır. Bakın, Kaşgarlı Mahmut'un MS 1072-1074 yıllarında Bağdat'ta yazılan
ve Halife Muktedi'ye sunulan özgün çalışma kayıptır[1]. Günümüzdeki tüm çalışmalar Şam’lı Mehmet
adında Türkçeyi çok iyi bilmeyen birisinin kopya ettiği nüshasından
yapılmıştır. Göçebe toplum olmasaydık sanki bu yapıtlar daha iyi korunurdu diye
düşünürüm. Ayracı burada kapatıp asıl konuya geri dönelim)
Anadolu'daki
halk edebiyatı ise olabildiğince yalın ve anlaşılır bir durumdadır. Örneğin
Karacaoğlan döneminde sarayda edebiyat yapan birisinin yazdıkları şu anda
sıradan bir Türk vatandaşı için anlaşılması zordur. Çünkü Farsça ve Arapça
baskındır. Ama Karacaoğlan'ın "kalbinde aşk izi var, seni kim yaktı
yârim" dizesi şu anda herhangi bir sözlüğe bakmadan anlaşılabilen bir anlatımdır.
Karacaoğlan ile aynı dönemde, XVII. Yüzyılda yaşamış Cevri, Fehim, Naili,
Nedim-i Kadim, Nef'i, Nev'izade Atayi, Neşati, Nabi, Sabit, Şeyhülislam
Yahya gibi şairlerin yapıtlarını sözlük yardımı olmadan anlamak, bugünkü Türkçe
ile olanaksızdır. Örneğin Karacaoğlan ile aynı dönemde yaşamış Naili’nin şu
şiirinden bir şeyler anlamak zordur.
Hevâ-yi aşka uyub kûy-i yara dek giderüz
Nesîm-i subha refikiz bahâra dek giderüz
Pelâs-pâre-i rindî be-dûş u kâse be-kef
Zekât-ı mey verilür bir diyâra dek giderüz
Tarîk- fâkada hem-kefş olub Senaî'ye
Cenâb-ı Külhani-i Lây-hâra dek giderüz
Verüb tezelzül-i Mansur'u sâk-ı arşa tamam
Hudâ Hudâ diyerek pâ-yı dâra dek giderüz
Ederse kand-ı lebün hâtır-ı mezâka hutur
Diyâr-ı Mısr'a değil Kandehâr'a dek giderüz
Felek girerse kef-i Nâiliye dâmânun
Senünle mahkeme-i Kirdigâr'a dek giderüz.
Halk
edebiyatı daha yalın ve daha içten bir anlatımı benimser. Bu belki Divan
Edebiyatına bir muhalifliktir belki de sözlü anlatımın getirdiği bir durumdur. Karacaoğlan’a
ait olduğu bilinen ama bazı yerlerde mani olarak da nitelenen bir halk
şiirindeki anlatımın gücü çok çarpıcıdır.
Bazen
duyduğunuz küçük bir söz sizi ürpertmez mi? Örneğin çok yalın bir anlatım olan Karacaoğlan'ın "yüzünde
göz izi var, sana kim baktı yârim" sözü çok etkileyicidir. Söz sanatları
açısından gerçekten çok iyi düşünülmüş bir sanat. İnsanın en önemli kısmı
yüzüdür. Yüz, kişiyi tanımaya olanak veren kısımdır. Fransız yontucu Auguste
Rodin’in ''Taşın fazlasını atıyorum,
geriye heykel kalıyor'' bir sözü vardır. Bu sözden yola çıkarak insanın
fazlalığını atınca geriye “yüz”ü kalıyor.
Bir de
anlatım çoğul okumaya elverişli bir yapı olarak ortaya konmuştur. Bu duruma
benzer bir başka dilsel durum Şair Nedim’de de görülür: “Ey benim nazlı yarim,
sen güllü ipekli elbiseler giydin amma, korkarım ki, o güllerin dikenlerinin
gölgesi seni incitir” (Güllü dîbâ giydin amma korkarım azâr eder, Nâzeninim
sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni). Gül dikeninin gölgesi, yani gülün izinden söz
etmektedir. Yine de “göz izi” kadar etkili olduğu söylenemez.
Aslında
ilgili şiirin dizesi, kıta sayısı karmaşık bir durumda. Bazen dört satırlık bir şiir, altı dizelik, bazen de iki tane altı dizelik bir şiir bulunmaktadır.;
Ey benim bahtı yârim,
Gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim?
Kalbinde aşk izi var,
Seni kim yaktı yârim?
Mendili işle yolla,
İşle gümüşle yolla.
İçine üç elma koy,
Birini dişle yolla.
Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim?
Karacaoğlan
Bu
Karacaoğlan’a ait bir şiir. Ama bazı yerlerde ilk altılık alınıp mani
denildiğini de görmek olasıdır. Bu ilk kesimin şarkısı da yapılır. Muhlis
Sabahattin Ezgi bu dörtlüğü Kürdîli hicazkâr (usül: curcuna) makamında
bestelemiş ve Münir Nurettin Selçuk da okumuş (http://www.youtube.com/watch?v=sKeiAlkqJj4).
Halk
şiirinde sevgiliye gözüyle, yüzüyle ilgili seslenmeler çok olmuştur. Örneğin şu
güzellemede sevgili yine gözünden sevilmiştir.
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Ben güzel görmedim senden
ziyade
Bilmem huri misin göklerden
iner
Bugün güzelliğin dünden ziyade
Yine bir
başka şiirinde yüz ve göz ikilisi bir arada kullanılmıştır:
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi?
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi?
Aşk ve doğa şairi olarak bilinen Karacaoğlan; güzele, sevgiliye ve doğaya
tutkundur. Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Duygulanışlarını
gerçekçi biçimde ile getirmiştir.
Şiirdeki
anlatım çok yalın bir o kadar da çarpıcıdır. “Göz” ile “iz” arasında bir ses
uyumu olsa da, işlev açısından bir çelişki vardır denilebilir. Göz ile iz
yapmak düzanlamsal bakımdan anlaşılmaz bir durumdur. İz sözcüğünün tanımına
baktığımızda Türk Dil Kurumu Sözlüğünde dört farklı anlamı verilmiştir:
İz: 1. Bir
şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alamet, emare.
2. Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti. 3. Bir olay veya bir durumdan
geride kalan belirti, ipucu, emare. 4. Bir olay, bir durum veya yaşayıştan
geride kalan belirti, eser. 5. Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru
ile kesişmesinden doğan ara kesit.
Bu şiirdeki
durum, üçüncü ve dördüncü tanıma uygun gibi görünmektedir: “Bir olay veya bir
durumdan geride kalan belirti” ya da “Bir olay, bir durum veya yaşayıştan
geride kalan belirti”. Her ikisinin de soyut bir anlatım olduğunu söylememiz
gerekiyor. Öyle ya, gözün bakışı ile, somut bir “olay ve durumdan geri kalacak”
bir şey değildir. Yine gözle bakış bir durum ve yaşayış olarak kabul
edilebilir, ancak gözün bakışından somut anlamda bir izin olması zor.
Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim?
Bunun
betisel bir anlatım olduğunu söylemeliyiz. Zaten şiirsellik bu anlatımla ortaya
çıkmaktadır. “Yüzünde göz izi” diyecek denli söz ustası olmuş bir şairin
anlatımındaki incelik gerçekten her türlü övgüyü hak ediyor. Düzdeğişmece,
simgeleştirme gibi değişik söz sanatlarını görmek olasıdır[2]. “Göz izi” gibi bakışın etkisini
anlatabilecek başka bir anlatım bulmak pek kolay olmasa gerek. “Yüzünde göz izi
var” kadar güçlü bir başka kullanım da “kalbinde aşk izi var” mısraında
görülmektedir.
Kalbinde aşk izi var,
Seni kim yaktı yârim?
Zamanla halk
edebiyatının özelliği olarak bu şiiri erkekli kızlı okuyarak yeni eklemeler de
yapıldığı görülmüştür. Örneğin Karacaoğlan’ın ilk dörtlüğüne karşılık olarak yâr/sevgili
şunu söylemiştir:
Kız
sevgilinin söylediği Karacaoğlan’a mı aittir, bilinmez. Ama zaman içinde bir
başka halk ozanı bu karşılığı oluşturmuş olabilir. Bu da Karacaoğlan’a mal
edilmiştir.
Ey benim bahtı yârim,
Gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim?
|
Kapıdan baktı yârim
Su gibi aktı yârim
Yüzüme göz değmedi
Güneşler yaktı yârim
|
İncelediğimiz
şiir 7 heceden oluşmaktadır. Altı satırlık yedi heceli bir şiirdir. Yine de ikinci
altılık asıl şiirde var mıdır, şiir dörtlük (kıta) mü yoksa altılık mı, bu
konular çok belirgin değildir.
Şiir sözlü
anlatım özelliklerini de korumaktadır. Bazı kısımların farklı biçimlerde
yazıldığını gördük. Örneğin “bahtı yârim” şeklinde yazanlar olduğu gibi
“bahtiyârim” şeklinde yazanlar da görülmüştür. Bazı yerlerde “A benim bahtı
yârim” bazen de “Ey benim bahtı yârim” şeklinde kullanıldığı görülmüştür. Bu da
en başta söylediğimiz, sözlü edebiyatın tek bir biçiminin olmayacağı ile ilgili
bir duruma bağlamak olasıdır.
Şiir iki
altılıktan oluşuyor. Her iki altılıkta “Yüzünde göz izi var / Sana kim baktım yârim?”
iki dizesi yinelenmiştir. Bilindiği gibi şiirde yineleme ses benzeşmesi
açısından önemlidir[3]. Uyak, yarım uyak türü kullanımlar ses
yinelemesi ile elde edilen bir durumdur.
Şiirde ünlü
yinelenmesi (fr. assonance) birinci altılıkta “a” (ve dört adet â ile
birlikte) 14 bulduk. “i” 13 tane var. Bu ünlüler belli bir ezgi ve uyum
sağlıyor. İkinci altılıktaki ünlü yinelemesi olarak “i” 13 tane bulunmaktadır. Şiirin
bütününde:
[i]. 13 + 13 =
26
[a]. 14 + 8 =
22
Ünsüz
yinelenmesi (fr. allitération) olarak da birinci altılıkta 8 tane “m”
sesi, 7 adet “f” sesi, 6 adet “y” sesi var. İkinci altılıkta 12 adet ”l” sesi, 6 adet
“y” sesi var.
[m]. 8 + 5 =
13
[l]. 2+12 = 14
[y]. 5 + 7 =
12
Ünlü
seslerin yinelenmesi açısından “i” ve “a” seslerinin anlamlı olduğunu
söyleyebiliriz. Ünlü yinelenmesi açısından bir anlamlılık varsa da ünsüz
yinelenmesi açısından ayırt edici bir durumun olmadığını söyleyebiliriz. İkinci
altılıkta “l” sesinin 112 tane olması anlamlıdır denilebilir.
Anlatım
olarak da ilginç betimlemeler var. “Bahtı yârim” demek “şanslı yârim” demektir.
Hatta “bahtı yâr” sözcüğünden kısaltılmış “bahtıyâr” diye bir sözcük de
türetilmiştir. Ferit Develioğlu bu sözcüğü de “bahtlı, talihli, mes’ut, mutlu,
kutlu”[4] biçiminde açıklar. O zaman sevgiliye
seslenen bu şiirde “yar” sözcüğünü ayrı yazıp sevgili bağlamında bir değerinin
olduğunu söylemek gerekiyor. Zaten ikinci dize de “gönlümün tahtı yârim” derken
de yârin kendisindeki yerini bir başka biçimde gösteriyor. Birisinin gönlünde
taht kurmak demek, o kişide çok önemli bir yerinin olduğunu belirtir.
Birinci
dizenin ilk iki satırında sevgili övülürken, sonraki dört dizede acımasızca
sorgulanmaktadır. Elbette sorulan sorular yananlamsal bağlamlar içermektedir. İlk
iki dize şairin sevgiliyi yücelttiği ve kendisindeki anlamını açıkladığı
kısımdır. Sonraki dizelerde sevgilinin sorgulandığı, hatta suçlandığı andır. Bu
son dört dize iki farklı biçimde okunmaya elverişlidir. Birinci olarak
sevgilinin suçlanabileceği bir durum vardır. “Yüzünde göz izi var”, yani sen
dikkat etmemişsin. insanın kaderi,
yüzüdür. Bütün inlemeler, bütün kezzaplar, bütün kıskançlıklar yüze dökülür. Bu isteyerek oldu ise
“suçlusun, o zaman sana kim baktı?”, “sen kime bu izni verdin?” gibi bir anlam
çıkacaktır. “Kalbinde aşk izi var, seni kim yaktı yârim” dizelerinde de
suçlamanın olduğu söylenebilir. Yani kalbini benden başkasına açmışsın, benden
habersiz kalbini açtığın bu kişi kim? Elbette sorunda “yârim” derken hâlâ sevgili
olduğunu, yar olduğunu unutmuyor.
Türk halk
yazınında sevgilinin suçlanması değil, şiirlerdeki anlatımlarda; daha çok onun
övülmesi, korunması ya da kollanması türü edimlerin baskın olarak görüldüğünü
biliyoruz. İkinci okumada ise, sevgiliden bilgi isteniyor. Senin dışında birisi
sana bakmış, bana adını ver, ben gidip hesabımı o kişi ile göreyim. Aynı durum
kalbinde aşk izi bırakan kişi ile de bir hesaplaşmaya girebileceğini düşünmek
yanlış olmaz.
Hacı Bektaş Makalat adlı yapıtında yüze, sağdan ve
soldan iki kişinin gelip yerleştiğini belirtir[5]: Sağdan gelen kişiyi “Haya”,
soldan gelen kişiyi de “Tam'aydı” (açgözlülük) olarak nitelendirir. Sağdan ve
soldan gelen kişiler, yüz daha olgunlaşmamışken onu maskelemişlerdi. Utanma da
bir maske, açgözlülük de. Bu anlatım yüzün mistik yanını gösterir. Şiire
döndüğümüzde “sana kim baktı yârim” sözünde bir utanma var mıydı (sevgili maruz
kalıyor), ya da sen istekle baktıysan bir açgözlülük söz konusu muydu (sevgili
kılıcı özne, eyleyen durumundadır. Bu durumda maruz kalma yoktur) soruları
sorulmaktadır.
İkinci
altılıkta ise sevgiliye buyurma var. Aslında buyurmadan öteye bir arzu olduğunu
da söylemek olasıdır. Sevgiliden bir hediye almak ister. O dönemde sevgilinden
alınan en büyük hediye mendildir. Her ne kadar her iki altılığın sonunda
sevgili sorguya çekilse de, ikinci altılıktaki “dişlenmiş bir almayı” istemesi,
sevginin ne denli yüce olduğunu göstermektedir. Yani yemek için üç elma
istemiyor. Elmada sevgilinin dişlerinin izlerini görmek ister.
Mendili işle yolla,
İşle gümüşle yolla.
İçine üç elma koy,
Birini dişle yolla.
İlginçtir bu
şiirde ilk iki dizedeki sevgiliyi övmeden başka övgü durumu yok. Birinci
altılığın dört dizesinde ve ikinci altılığın son iki dizesinde sevgili
sorgulanıyor. İkinci altılığın ilk dört kısmında sevgiliden beklentiler
söylenir.
Sorgulamadaki
durum yoruma açık bir durumdur. Bir açıdan sevgili suçlanıyor. Ama diğer açıdan
sevgilinin isteği dışında olabilecek bir göz izi vardır. Yani sevgili bu ize
razı olmasa da bir başkası bakmış olabilir. “Yüzünde göz izi var” bir bakıma
sevgilinin rızası olmadan da oluşabilecek bir durumdur. Ama “kalbinde aşk izi
var” demek, doğrudan sevgilinin de bu edime katıldığını, suça ortak olduğunu
yüzüne vurma durumu vardır. “Seni kim yaktı yârim” dizesinde bir anlamda
sevgiliyi masum gösterme isteği var. Ama bu dizeden önce gelen dize doğrudan
suçlayıcı bir durumdur. Sonraki iki dize birinci dörtlüğün son iki dizesidir.
Burada
anlamsal alan olarak da “sevgili” ve onun üzerindeki etkileri olarak
söylenebilir. “yâr” sözcüğü uyak açısından yinelenmektedir. Bu da en sık
kullanılan sözcük olarak şiirde yer almaktadır. 5 kez “yâr” sözcüğü
yinelenmektedir. Anlamsal alan (fr. champ sémantique), sözcüksel alan
(fr. champ lexical) ile kavramsal alanın (fr. champ conceptuel)
bir arada olmasıyla oluşan kapalı bir dizgedir[6]. Burada “yâr” sözcüksel alanı belirtir,
“kim” ise kavramsal alandır. Yani “yâr” bir bakıma “ben”i belirtir, o zaman
anlamsal alan olarak “ben” ve “öteki” karşıtlığı vardır.
Bunu
göstergebilimsel dörtgen üzerinde belirttiğimizde, küçücük bir şiirin çok geniş
bir anlamsal artalanının olduğunu görebiliyoruz.
Daha önce de
belirtildiği gibi temel karşıtlık “ben” ve “öteki” olarak ortaya konulabilir. Ama bu iki kavramsal alan metnin yüzeysel yapısında görülmüyor. “Yâr”, “ben”in
şiirdeki görünür halidir. “Gönlümün tahtı yârim” sözünde bunu görmek olasıdır.
“Öteki” ise, şiirde “ben”in rakibi, hatta düşmanı olarak yer almaktadır. Bu
kavram da şiirin yüzeysel yapıda görülmemektedir. “Sana kim baktı” derken
“öteki” bir kişinin varlığını kabul ediyor. Ama öteki varlıkbilimsel olarak var
olsa da, kim olduğu belli değildir. Bu nedenle adı sorulmaktadır.
Göstergebilimsel
dörtgendeki birincil kutbu oluşturan “Ben”in şiirdeki yüzeysel ve derin
yapıdaki anlambirimciklere baktığımızda, “sen”in yani “sevgilinin de içinde
olan kapsayıcı bir kimlik olduğunu söyleyebiliriz. Bir bakıma “biz” de
olabilir. Yani sevgili durumundaki “ben” kadın ile “ben” erkeğin oluşturduğu
bir “biz” kavramı vardır.
Öteki için de “kim”lerden oluşan bir “onlar” durumu söz konusudur. Elbette bir
tek kişi, ama henüz tam belli olmadığı için “kim” sorusunun muhatabı olan
herkes “onlar” ya da daha kısa yoldan “öteki”olacaktır.
Ne diyordu
Greimas? Anlam bitirilemez. Aslında bu şiir üzerinde daha söylenecek çok söz
var. Henüz en güzel açıklama tümcesi söylenmedi.
Bugün dinledim
ve sevgili okuyucularla Bu tek dizenin bende bıraktığı etkiyi paylaşmak
istedim.
Yine anlambirimcik çözümlemesi için Bir Yazınsal Göstergebilim Okuması: Kuyucaklı Yusuf ve Sözcükbilime Giriş kitaplarına bakılabilir: https://www.tdk.com.tr/Dogan-GuNAY-Prof-Dr-_ar_6865
=======================================
Anahtar
sözcükler: Şiir çözümlemesi, göz izi, Karacaoğlan, göstergebilimsel
dörtgen
Yayınlanma
tarihi: 09 Ağustos 2016
----------------------------------------
[1] GÜVENÇ, Bozkurt (1993) Türk Kimliği. Kültür Tarihinin Kaynakları,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 113.
[2] MOLINIÉ, Georges (2009) Dictionnaire de Rhétorique, Paris: Le Livre
de Poche, s. 217; PERELMAN, Chaïm; OLBRECHTS-TYTECA, Lucie (2008) Traité de
l’Argumentation, Bruxelles: Editions de l’Université de Bruxelles, ss.
446-453.
[3] PATILLON, Michel (1988) Précis d’Analyse Littéraire. Décrire la Poésie,
Cilt: 2, Paris: Nathan, s. 52.
[4] DEVELİOĞLU, Fetit (1984) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi, s. 83.
[5] YALÇIN, Aziz (2004) Makalat-ı
Hacı Bektaşi Veli, 4. Baskı, İstanbul: Der Yayınları, s. 40.
[6] GARDES-TAMINE, Joëlle. (1988) La Grammaire. 1: Phonologie, Morphologie,
Lexicologie. Paris: A. Colin, 1988, s. 102; MOUNIN, Georges (1972) Clefs
Pour la Sémantique. Seghers, ss. 59-60.
Doğan Hocam öncelikle bu güzel dizeyi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Gerçekten de etkileyici bir dize. Ayrıca aynı metin içerisinde hem divan edebiyatı hem de halk edebiyatı bu derece anlaşılır ve güzel ancak sizin tarafınızdan anlatılabilirdi.
YanıtlaSilMelihciğim, çok teşekkür ederim. Yeni söylem (metin) çözümleme biçimlerini kendi anlatılarımız, şiirlerimiz, romanlarımız üzerinde uygulamak daha geçerli bir yol gibi görünüyor
YanıtlaSilÇok haklısınız hocam. Ellerinize sağlık.
Sil