METİNLERARASI OKUMA ÖNERİSİ: SERGÜZEŞT ROMANININ XXI. YÜZYILDA YENİDEN YAZILMASI





SERGÜZEŞT ROMANININ XXI. YÜZYILDA YENİDEN YAZILMASI
Bir Metinlerarası Okuma ve Yazma Önerisi
ROMAN ÜZERİNE İNCELEMELER (1)


V. Doğan Günay
dogan.gunay@gmail.com


      Roman kavramı Türk edebiyatına batıdan girmiş bir yazınsal türdür. Başlangıçta neredeyse öykünmeye dayalı ilk örneklerle yazınımızda yer alan romanların kurgusu, şimdikilere bakıldığında oldukça yalındır. Diğer yandan bizdeki destansı (fr. épique) anlatımlar da roman özelliği taşıdığı söylenebilir. Ama biçem açısından ve anlatım tekniği açısından farklılıkların olduğu açıktır. Türk edebiyatında romandan önce benzer konuları anlatan manzum yapıtlar vardır. Örneğin Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun, Hüsrev ile Şirin, Vâmık ile Azra, Gül ile Bülbül, Hüsn ü Aşk, Hüsn ü Dil Türk edebiyatında romanın yerine karşılayan manzum mesneviler olarak yer alır. Ancak bunlar daha çok şiir özelliğinde dizilmiş yapıtlardır. Roman ise düzyazıdır ve betimlemelerin ve kişilerin yaşamına daha fazla yer veren yapıtlardır.

Bu nedenle roman türünün Türk edebiyatına batıdan girmiş yeni bir tür olduğunu söylemek belki daha tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Kendi geleneksel anlatım türünüzden farklı bir türü denemek demek bir bakıma acemiliği de kabullenmek demektir. Bu da geçerlidir. İlk dönem Türk romanlarında bu türden “acemilikler” olmuştur. Diğer yandan, bu cesur ve öncü çalışmalar olmasaydı Yaşar Kemal’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ya da Tahsin Yücel’in roman düzeylerine ulaşamamış olacaktık.

Çağdaş Türk Romanının başlangıcında çeviri romanların çok önemli bir katkısı olduğu açıktır. Birçok Türk roman tarihi, Türk edebiyat tarihi kitaplarında ilk çeviri romanlarının Fransız ve İngiliz yazınından çevrilen yapıtlar olduğu belirtilir. Yusuf Kamil Paşa’nın 1859’da Fenélon’dan çevirdiği Télémaque romanı Türkçe çevrilen ilk romandır. Ardından Victor Hugo’nun ünlü Les Misérables romanı, Mağdurun Hikayesi adıyla Türkçeye çevrilir. Sonrasında Robenson Crusoe (Daniel Defoe), Mes Prisons (Paul Verlaine), Atala (Chataubriand), Monté Cristo (Alexandre Dumas Fils), Gulliver Seyahatnamesi (Oliver Twist), Paul et Virginie (Bernardin de Saint Pierre) romanları Türkçeye çevrilir.

Bu dönemde Türk edebiyatı ile ilgilenenler Batı Edebiyatı ile özellikle Fransız Edebiyatı ile çok yakından ilgilenirler. O dönemdeki Fransız yazınındaki tüm olaylar neredeyse günü gününe izlenir.  İşte bu dönemlerde tümüyle adaptasyon ya da öykünme biçiminde Türk romanları yazılmaya başlar. Sonrada biraz daha ciddileri yayınlanır. Bu bağlamda ilk Türk romanı olarak Şemsettin Sami’nin 1872 yılında yazdığı Taaşşuk-i Talat ve Fitnat romanıdır. Ardından 1874 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin Mellah romanı ve 1876 yılında Namık Kemal’in İntibah romanı gelir. Felatun Bey ile Rakım Efendi (Ahmet Mithat Efendi, 1975), Cezmi (Namık Kemal, 1880), sonraki romanlar olarak Türk Edebiyat tarihinde belirtilir. Bu serüvenin devamı içinde 1889 yılında Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt romanıdır. Sayı ile belirtecek olursak Sergüzeşt’in altıncı Türk romanı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu roman o dönem Fransa’da yaygın olan gerçekçilik akımından etkilendiği söylenir. Sergüzeşt romanı (1889) Türk yazını için ilkleri belirten bir romandır. İlk gerçekçi romandır. Doğrudur, anlatılan konu hem toplumsal bir durum hem de gerçeğe benzer bir biçimde ele alınıp değerlendirilir. Bu açıdan ilk yerel gerçeklere genele taşıyan bir romandır. Gerçekçilik “yaşamı ve doğayı olduğu gibi verme savındaki yapıtlara verilen nitelik”[1] olarak tanımlanır. Sergüzeşt romanının olay örgüsü bu duruma uygundur.
Roman yerel gerçeklerden yola çıkarak biraz daha evrensel bir duruma yönelir. Dilber, Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’da köle olarak satılacak olan 9-10 yaşlarında bir Çerkez kızı olarak romana girer. Köle ticareti ile uğraşan Hacı Ömer, bu çocuk denecek kızı emekli bir memurun evine satar. Evin hanımı konumundaki kadın çok acımasız bir karakter olarak betimlenir. Kızcağızı ezdikçe ezer. Dilber ne kadar çalışsa da asla bu kadından olumlu bir görüş alamayacaktır. Gerçekçi bir roman olarak yazıldığını söylediğimiz bu romanda zavallı Dilber bu evden bir gece vakti kaçar. İstanbul’da hiçbir yeri bilmemektedir. Gece karanlığında sokaklarda yürürken yorulur ve bir yere kıvrılır yatar. Aslında baygın düşmüştür. Yaşlı bir kadın Dilber’i sokakta bulur ve ilk sahibine teslim eder. Dilber bir başka eve satılır. Bu ev, esir olarak satıl aldıkları kadınları biraz güzelleştirip, bakımlı hale getirerek daha fazla para kazanılacak bir meta olarak düşünür.  Dilber’e müzik aleti çalmasını ve şarkı söylemesini öğretir.
Onbeş yaşına geldiğinde Dilberi bir kadın oğlu için satın alır. Bu yeni sahibe kadının oğlu Celal, Paris’te Güzel Sanatlar Akademisi’nde ünlü ressam Jérome’un[2] atölyesi’nde çalışmıştır.
Dilber’i beğendiği için onu çeşitli giysiler içinde resimlerini yapar. Kız ile aralarında bir yakınlaşma olur. Ama Celal’in annesi bu ilişkiyi onaylamadığı için Dilber’i apar topar satarlar. Bundan sonrası çok güzel işlenebilecek bir durumdadır. Bu ayrılık hem Celal’de hem de Dilber’de çok büyük etkiler bırakır. Kız Mısır’da birisine satılmıştır. Celal’in delirdiğini gören annesi yeniden kızı bulmak ister ama iş işten geçmiştir.
 Bu romanla ilgili çok sayıda çalışma yapılmıştır. Türk edebiyatının önemli bir romanı olduğuna göre gereklidir de.
Romanın farklı düzeydeki okumalara izin verecek bir yapısının olmaması beklenir. Çok bilindiği şekliyle dizisel (dikey) ve dizimsel (yatay) okumalarla metindeki zaman içindeki gelişimi (fr. déroulement) ve uzamdaki kaplamı (fr. extension) ortaya koymaya yardımcı olur[3]. Bunun yanında ilgili romanın ilk örnekleri olması nedeniyle doğal olarak “acemice” denilecek kısımlar da vardır. Örneğin anlatı kapalı bir yapıdır. Anlatının sonunda baştaki sorun bir biçimde çözülmüş olarak bulunur. Julia Kristeva’ya göre “bütün düşünbilimsel etkinliklerdüzenleyim olarak bitmiş bir sözce biçiminde sunulur”[4]. Bu romanın sonucunda Dilber açısından sonlanan bir durum görülmemektedir. Nil’in kıyısında hiçbir şey olmamış gibi yeni bir seyahate başlamak üzeredir. Mısır'da da Dilber'in belalısı bitmez. Haram ağası Cevher bir ara Dilber'in sırrını öğrenir. Ama ilginçtir, Cevher de Dilber'i sever. Bu kısımlar daha ayrıntılı işlenebilir. Zaten romanın hacim olarak da küçük bir roman olduğu söylenebilir. Bu kısımlar biraz daha açık olmasında yarar vardı. Mısırlı tüccarın El-Hamra sarayında yaptırdığı sarayında diğer kadınlarla birlikte yaşayan Dilber konusunda ruhsal açıdan çok doyurucu bilgiler verilmez. Goldestein’in dediği gibi okuyucu açısından roman kahramanı tanınır olmalıdır[5]. Elbette okuyucunun boşlukları dolduracağı kısımlar vardır. Ama ansiklopedik bilgiler açısından bazı bilgiler okuyucu ile paylaşılmalıdır.
Romanda yeniden ele alınması gereken çok yanlar var. Dilber ile Celal arasındaki ilişki daha ayrıntılı işlenebilir. Bazı aralar çok hızlı geçmiştir. Dilber aracılığı ile bize o dönemdeki köle ticareti hakkında ilginç bilgiler sunulur.
Daha önce de belirtildiği gibi, ilk roman olmasının getirdiği “acemice” yaklaşımlar görülmektedir. Bunlar ilk olması nedeniyle hoş görülebilecek durumlardır.

BU ROMAN İÇİN YENİ ÖNERİLER
Türk edebiyatının tarih sayfaları arasında kalmış özgün yapıtlarına yeniden can vermek güzel bir etkinlik olacaktır. Örneğin aynı romanın konusunu günümüz yazarlarına sunup yeniden yazdırmak hem edebiyat tarihi açısından ilginç özellikler taşıyan bir durum olacaktır hem de Türk edebiyatının geçmişi yeniden sorgulanacaktır.
Çok uzatmadan şunu söylüyorum: Eğer yapılabilirse, örneğin T.C. Kültür Bakanlığı bu romanın yeniden yazılması için bir yarışma düzenler. Aynı romanın farklı biçimlerde yeni örnekleri olur. Bunun için akademik ve yazın adamlarından iyi bir jüri kurulur. Nasıl yapılacağı ile ilgili ayrıntılı bilgi verilir ve bir yarışma düzenlenir.
Aslında Türk edebiyatına özgün bir çalışma olarak bu romanı yeniden yazmak, bir metinlerarası çalışma yapmak doğru olacaktır.
Böylece.
1. İlk Türk romanı yeniden gündeme gelecektir. Edebiyat dünyasında bunun çok büyük yankıları olacaktır.
2. Metinlerarasılık (fr. intertextualité) kavramı Türk Edebiyatı dünyasında tanınır olacaktır. Sayın Aktulum'un çalışması[6] bu tür etkinlikte ilk başvurulacak kaynak olacağı ortadadır.
3. Belki romanı farklı roman türlerinden birisi olarak (macera, aşk, polisiye, doğacı, kolektif, toplumsal, bireyci, savlı, tarihsel, tarihöncesel, imgelemsel, bilim-kurgu, mektup, tefrika, ruhbilimsel, erotik, egzotik, serüven, kaçış ya da şiirsel roman) yeniden yazılabilir. Gerçekten bu roman yeniden yazılıp, psikolojik roman, etnik roman, toplumsal roman türlerinde yeniden ele alınabilir.
Hatırlayalım, Danile Defoe’nun 1719 yılında yazdığı Robinson Crusoe romanı, 1967 yılında bir Fransız yazarı Michel Tournier tarafından Vendredi ou Les Limbes du Pacifique diye yeniden yayınladı. Bu ikinci roman bir metinlerarasılık bağlamında ele alınabilir. Hoş, ikinci roman ile birinci roman arasında dağlar kadar fark vardır.
Romandaki oluntular (fr. épisode) ayrı ayrı ele alınıp sonunda bir roman olabilir[7]. Örneğin uzamlar üç oluntuya izin verir. Kafkasya’daki yaşam. İstanbul’daki saray yaşamı, esir ticareti, zengin evlerdeki aile yaşamı ve Mısır’daki durum. Burada temel olarak İstanbul yaşamı farklı bağlamlarda ele alınmıştır. Ama Mısır da okuyucunun ilgisini çekmektedir.
Bir başka yaklaşım olarak bu roman ruhbilimsel bir roman ya da toplumsal yaşamı yansıtan bir roman olarak iki farklı biçimde yazılabilir. Örneğin Dilber ve Celal açısından ruhsal yanları öne çıkarak bir anlatım olabilir.
Toplumsal açıdan ise aynı romanın esir ticareti, genç kızın yaşamındaki travmalar açıdan toplumsal yapı içinde ele alınıp ortaya konulabilir.
Bir başka açıdan ise Dilber’in yaşamı farklı kişilere göre (satıcıya, ev kadını, Celal’e, Celal’in annesine, okul arkadaşına göre) anlatılabilir.
Bunlar ilk Türk romanlarından birisi olan Sergüzeşt romanını günümüz edebiyat dünyasına yeniden kazandırmak için geliştirilmiş önerilerdir.
============
Hazırlanma tarihi: 26 Ağustos 2016
Anahtar sözcükler: Sergüzeşt, Samipaşazade Sezai, metinlerarasılık, oluntu




[1] GÖKER, Prof. Dr. Cemil (1982) Fransa’da Edebiyat Akımları, Ankara: AÜ DTCF Yayınları, s. 49
[2] Jean-Léon Gérôme (11 Mayıs 1824 - 10 Ocak 1904) Fransız ressam, heykeltıraş ve öğretmen. Tarihsel ve oryantalist stilde resimler yapmıştır. Oryantalizm akımının en önemli sanatçılarındandır. Yaşamının son 25 yılında heykelle de uğraşmıştır. Birçok ünlü ressamın öğretmeni olmuştur. Öğrencileri arasında Odilon, Redon, Thomas Eakins, Mary Cassatt, Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa gibi ünlü ressamlar bulunur.
[3] DUMORTIER, Jean-Louis, PLAZANET, François (1980) Pour Lire le Récit, Bruxelles / Paris: A. De Boeck / Duculot, s. 31
[4] KRISTEVA, Julia (1979) Le Texte du Roman, 3. Baskı,  The Hague: Mouton Publishers, s. 50
[5] GOLDENSTEIN, Jean-Pierre (1980) Pour Lire le Roman, Bruxelles / Paris: A. De Boeck / Duculot, s. 55.
[6] AKTULUM, Kubilay (1999) Metinlerarası İlişkiler, Ankara: Öteki Yayınevi.
[7] Oluntu ile ilgili olarak Bkz. GÜNAY, V. Doğan (2013) Metin Bilgisi, Genişletilmiş 4. Baskı, İstanbul: Papatya Yayınları, ss.177-185.


 

Yorumlar

  1. Sayın hocam öncelikle kaleme almış olduğunuz bu güzel yazı için teşekkürler. Ellerinize ve emeğinize sağlık. Roman kavramı, roman türünün Türk edebiyatına girişi, geçirdiği evrimler ve Sergüzeşt adlı romanın metinlerarasılık bağlamında tekrardan ele alınıp yazılması hususlarındaki önerileriniz ve bilgilendirmeleriniz çok değerli. Daha nice güzel yazılarınızı okumak dileğiyle...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?

TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİ OLABİLİR Mİ?

"KOR" FİLMİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME/ÇÖZÜMLEME