XIX. YÜZYIL FRANSIZ SEYYAHLARI İZMİR’DE

XIX. YÜZYIL FRANSIZ SEYYAHLARI İZMİR’DE (BU SEFER SADECE YAPITLARIYLA GELDİLER)
                                                              SERGİ TANITIM YAZILARI: 01

V. Doğan Günay

Sezarın hakkını Sezar’a vermek gerekir. Öncelikle kocaman bir teşekkür sevgili Arkas Holding’e ve Lucien Arkas beye. İzmir’e kültürel ve sanatsal alandaki katkıları gerçekten övülmeye değer.
Burada kısa bir tarihçe yazarak teşekkürümü yineleyeyim.
16. ve 17. Yüzyılda genelde Avrupa’da, özelde ise Fransa’da toplum üç kesimden oluşmaktaydı: Soylular (fr. noblesse), din adamları (fr. clergé) ve köylüler (fr. paysan). Soylular ile din adamları ortaklaşa olarak köylüleri yönetiyordu. Bu kesimin kendine özgü edebiyatı, sanatı vardı. Roland şarkısı (Chanson de Roland), Tristan ve Iseut, Tilkinin romanı (Roman de Renard), Gülün romanı (Roman de la Rose) gibi destanlar ve ilk roman türleri soylular ve din adamlarının egemen olduğu edebiyat ürünleriydi. Kendilerini öven saz şairleri ve kendilerini ya da doğa resimleri yapan ressamları vardı. Bu sanatçılar soylular tarafından ekonomik olarak desteklenirdi. Zaman içinde, Paris varoşlarında gelişen merkantilist ekonomiye bağlı olarak köylüler de zenginleşmeye başladı.
Bu süreç çok uzun sürdü ama günün birinde köylüler “biz üretiyoruz, siz tüketiyorsunuz. Biz de yönetimde yer almak istiyoruz” dediler. Zenginleşen bu köylülere kentsoylular (fr. bourgeois) deniliyordu. Kentsoylular, önceden köylü olan ekonomik olarak gelişmiş bir toplumsal kesimi belirtiyor. Kentsoyluluk da (fr. bourgeoisie), soylular gibi kendi kültürünü, edebiyatını oluşturmaya başladılar. Soylular gibi kendilerini öven saz şairleri (fr. troubadour) vardı, kendi edebiyatları oluştu, kendine özgü güzelduyusal (fr. esthétique) bir yaklaşım gelişti. Elbette kendi sanatını, edebiyatını ve kültürünü geliştiren sanatçılara soylular gibi sahip çıkıyorlar ve ekonomik anlamda destek veriyorlardı.
Sonuçta 1789 Fransız Devrimi ile kentsoylular, devleti yöneten soylular ve din sınıfını yönetimden uzaklaştırdılar. Kendileri yönetime geldi. Kendi sanatlarının gelişmesine sonraki dönemlerde de önem verdiler. Böyle olmasaydı resim, müzik, edebiyat, heykel, sözlü edebiyat gelişemezdi sanırım. Bu durum dünyanın başka yerlerinde de olumlu bulunur ve bölgedeki kentsoylular, bulundukları bölgenin ya da ulusun sanata ve kültürel açıdan gelişmesinde olumlu görevler üstlenmiştir.
1960-1970’li yıllar dünyada genelde solun yükselişte olduğu dönemi belirtir. Bu dönemde Marksist düşünbilim (fr. idéologie) oldukça modadır ve en çok eleştirilen toplumsal kesimlerden birisi kentsoylular, ve doğal olarak bu kesimi belirten “kentsoyluluk” terimi de acımasızca eleştiriliyordu. Neredeyse toplum içinde zengin olmak en büyük suç durumuna getirilmişti. Böyle bir ortamda kentsoylu (fr. bourgeois) kişiler eleştirinin merkezinde yer alıyordu ve ne acıdır ki, kentsoyluluk neredeyse utanılacak bir konum durumuna getirilmeye çalışılır. Ama ilginçtir, aynı dönemde Avrupa’da seçimle iktidara gelmeye çalışan ve genel olarak avro-ortak yaşamcılık (fr. eurocommunisme) denilen düşünbilimsel yaklaşımda böylesi bir durum yoktu. Yani biz batıdan aldığımız düşünceleri bile doğru dürüst alamamışız. Yine Türk gibi düşünerek kendimizi kötülemekte epey çaba harcamışız anlaşılan. Bu kötüleme kavramınıza dikkat çekmek isterim. Marksist düşünbilimi savunduğunu söyleyen gençlerin her yere yazdıkları slogan şuydu: “Kahrolsun Türkiye”. Ne acı, hem ülkenin ekmeğini yiyeceksin hem de kahrolsun diyeceksin.
Halbuki bir ülkedeki sanatın, edebiyatın ve/ya da kültürün gelişmesinde kentsoylular önemli işlevler yerine getirmiştir. Atatürk genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğunda yeterli kentsoyluların olmadığını görür. O dönemde bu eksiklik fazlasıyla hissedilir. Bu nedenle Vehbi Koç gibi girişimci ruhu olan kişiler desteklenir. Genç Türkiye Cumhuriyeti belirli bir süre sonra Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi kentsoylu ailelerin geliştiği görülür. Bu ailelerin her biri toplumdaki sorumluluklarını tam olarak yerine getirdi mi diye sorulursa, bakış açısına göre evet ya da hayır denilebilir. Örneğin Türkiye’deki filarmoni müziği kentsoyluların çabaları ile olmuştur. İstanbul Sanat Festivali, çağdaş resim sergileri, klasik müzik, dans, opera-bale gibi alanların gelişiminde bizim kentsoylularımız az da olsa katkı sağlamışlardır. Sadece bir örnek olması açısından, Borusan Holding’in desteği ile, sayın Gürer Aykal’ın öncülüğünde 1999’da kurulan Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası İstanbullular için önemli etkinlikler düzenler, konserler verirler. Sonrada Koç ailesi konumunun getirdiği sorumluluğu çok fazla yerine getirememiştir. Yalnızca yurt açmak ya da üç tane öğrenciye burs vermek değildir. Ya da son dönemde Anadolu’da gelişen yeni kentsoyluların yaptığı gibi, cacık ile whisky içmek de değildir. Kentsoyluluk, bulunduğu bölgedeki kültürel ve sanatsal etkinliklere öncülük eder, katkı sağlar, gelişmesine öncülük eder. Biraz da elit sanata katkı verir. Sabancı ailesi bu konuda daha sorumlu davranmış ve güzel sanatlara daha fazla önem vermiştir. Günümüzde Anadolu’daki kültür ve sanatın gelişmesinde yalnızca devletin olanaklarını beklemeye gerek yoktur.
Konumuza gelince, İzmir’de kentsoylu bir aydın sayın Lucien Arkas, gerçekten İzmir için çok büyük işler yapmıştır ve yapmaktadır. Kentsoyluluğa bütün olumlu anlamları yükleyerek kendisine İzmirlilerin kocaman bir teşekkür borcu olduğunu söylemek isterim. İzmir’deki sanat olaylarını desteklemektedir, bildiğim kadarı ile iyi bir halı koleksiyonu vardır. Yine Arkas Sanat Merkezi yılın her döneminde önemli etkinliklere yer vermiştir ve yer vermektedir. Yapılan her etkinlik ciddi ekonomik katkılar gerektirmektedir. Dileğimiz İzmir’deki ve Anadolu’nun diğer bölgelerindeki kentsoyluların o bölgenin sanat ve kültürel ortamların gelişmesi konusunda ciddi katkılar sağlarlar, yatırımlara girişirler. İki tane cami, 10 tane öğrenciye burs da önemli ama bu ülkenin düşünsel açıdan gelişmesi için sanat damarları çok gelişmiş olması gereklidir.
Sayın Arkas, sanat adına yaptıklarına bir yenisini daha eklemiştir. Yüklü bir masraf gerektiren büyük bir sergiyi İzmirlilere sunmuştur. Arkas Sanat Merkezi, 07 Eylül 2016 – 18 Aralık 2016 tarihleri arasında açık olacak olan Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl adıyla çok kapsamlı bir sergi düzenledi. Sergi oldukça uzun bir süre de açık kalmaktadır. Böylece isteyen herkes bir biçimde zaman yaratıp ilgili sergiyi gezebilecektir. Bu sergide çok değişik eserler yer almaktadır. Fransa’nın birçok şehrinden değişik görsel ögeler İzmir’e getirilip Arkas Sanat Merkezi’nde sergilenmiştir.
Serginin tanıtım afişi

Arkas Sanat Merkezi’nde bu İkinci sergi imiş. Daha önce “18. Ve 19. Yüzyılda İzmir: Batılı bir bakış” adıyla bir sergi yapılmış. Bu sergi, o serginin devamıymış.
Serginin konusu XVIII. Yüzyıl sonu ile XX. Yüzyıl ortalarına kadar Avrupalı, özellikle Fransız seyyahların İzmir ve çevresini gezmesi ya da İzmir merkezli Anadolu’ya yaptığı geziyi anlatıyor. İlk planda “Canım kaç kişi İzmir’e gelmiştir?” ya da “Kaç kişi İzmir merkezli Anadolu’ya seyahat etmiştir?” gibi sorular akla gelebilir. Ama sergiyi gezdikten ve sergiyle ilgili kapsamlı tanıtım kitabını alıp inceledikten sonra, sayının çok fazla olduğunu söylemem gerekiyor. İlgili tanıtım kitabının kaynakçasındaki “seyahatnameler” kısmında 50 tane seyahatle ilgili yapıt bulunmaktadır. Buna başka yapıtlar, bölgeyle ilgili kazıbilim (fr. archéologie) ve mimari kitapları ile bölgeyle ilgili bildirileri de katınca sayının çok çok fazla olduğunu söylemek gerekiyor.
Bir dönem Avrupa için Asya’yı tanımak önemlidir. Hatta Victor Hugo’nun Les Orientales (Doğu Şiirleri) kitabının önsözünde “XIV. Louis döneminde herkes Yunan Uygarlığı uzmanı (fr. helléniste) idik. Şimdi ise Doğu uzmanı (fr. orientaliste) olduk. Bu işe başlandı. Hiçbir zaman bu kadar çok aydın Asya’nın bu derinliklerini bu kadar ayrıntılı araştırmamıştır (…) Bütün Avrupa kıtası Doğu’ya yönelmiş durumdadır. Orada çok büyük şeyler göreceğiz”[1] der. Doğrudur, XVI. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla değin Avrupa’nın dünyayı keşfe çıkar. Bu arada Asya üzerinde yeterince durulur. Hugo’nun bu söyledikleri sonrada gerek Fransız seyyahların gerekse Fransız devleti tarafından fazlasıyla gerçekleştirilir. Birçok yazar Doğu hakkında kitap yazar. Gérard de Nerval’in Voyage en Orient (Doğu’ya seyahat), Chataubriand’ın (Hugo’dan önce de olsa) Itinéraire de Paris à Jérusalem (Paris’ten Kudüs’e yolculuk), Pierre Loti’nin çok sayıda Doğu’yu ve Türkiye’yi ilgilendiren yapıtları vardır: Aziyadé (1879, Le Roman d'un Spahi (1881, Bir Sipahinin Romanı), La Turquie Agonisante (1913, Can Çekişen Türkiye) gibi), Alphonse de Lamartine (Histoire de la Turquie (Türkiye Tarihi) 1853-1854, Voyage en Orient (Doğu'ya Yolculuk) 1835) gibi yazarlar Doğu üzerine yapıtlar vermiş. Bunun yanında çok sayıda seyyahın bu bölgeleri gezdiğini söyleyebiliriz. Bu dönemde Küçük Asya (Anadolu) da dahil olmak üzere neredeyse Avrupa dışındaki her yer yabancıl (fr. exotique) uzam olarak değerlendirilir. XVI. Yüzyıldan itibaren Avrupalılar dünyanın keşfine çıkar. Gitmek, seyahat etmek bir bakıma var olan günlük tekdüze yaşamdan kurtulmak demektir. Ufkunu genişletmek, yeni dünyalar keşfetmek bir başka doğayı, farklı insanları kendi ortamlarında görmek demektir.
Bu serginin başındaki bir açıklama da Hugo’yu destekler niteliktedir: “Anadolu Seyahatleri, Doğu’yu anlamak ve tam bir betimcesini (fr. portrait) oluşturabilmek için yapılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik ilişkiler çerçevesinde gerçekleştirilen bu seyahatlerle, aralarında kazıbilimci, toplumbilimci, tarihçi, ressam ve bilim insanlarının bulunduğu pek çok gezgin geriye, Anadolu hakkında pek çok ayrıntılı ve ilginç belgeler bıraktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun geçmişi ve kültürel kalıtı açısından araştırmayı amaçlayan bu seyahatler, Batı dünyasında, Doğu algısının oluşmasında büyük rol oynamıştır”[2]. Birçok gezgin Fransız Devleti’nin sağladıkları olanaklarla bu bölgeye gelmiş ve tarihi yerleri, şehirleri, insanbilimsel olguları betimleyerek Batı dünyasının Anadolu’yu, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve genel anlamda Doğu’yu anlamalarına katkı sağlamışlardır. Bu sergide “Fransız Devleti tarafından ya da seyyahların kendileri tarafından maliyeti karşılanan XIX. Yüzyıl Fransız gezginlerine öncelik verilmiştir[3]. Örneğin resmi gezi, izinli gezi olduğu Malatya kazısındaki tüm yazışmaların, Türk devletinden izin almalar vs. hepsi gösterilir. İki tür seyahat var. Gerçek ya da düşsel (fr. imaginaire). Yine seyahat iki biçimde gerçekleştirilir: Uzam içinde ya da zaman içinde. Zaman içindeki seyahatler bir bakıma imgeseldir. Uzam içindeki seyahatler içinse bizim bu yazıda söz konusu ettiğimiz seyahat biçimidir. Elbette Anadolu’ya gelip Frikya döneminden bir kalıntıyı ziyaret eden Fransız’ın gezginin yaptığı düşsel değil gerçek ve uzamsal-zamansal bir seyahat olarak değerlendirilebilecektir. Frikya bölgesine kadar uzamsal bir seyahat yapmıştır, ama Frikya uygarlığı da tarih sayfasında kalmıştır yani onlara ait kalıntıları incelemek bir bakıma zamansal bir seyahat olarak değerlendirilecektir.
Eugène Boré’nin 1830’da Doğuyla ilgili bir anlatısındaki Harita’da Cilicia Bölgesini gösteren kısım
Cilici’da birçok gezgin’in uğrak yeri Silifke’nın şehir planı (Léon de Laborde tarafından 1838 yıllarında çizilmiştir
         Zaman içinde seyahat edip Fransız okullarında özellikle coşumculuk (fr. romantisme) akımı içinde öğretilen birçok yazar vardır[4]: Chataubriand’ın Le Génie du Christianisme (1802, Hıristiyanlığın Üstünlüğü), Itinéraire de Paris à Jérusalem (1811, Paris’ten Kudüs’e yolculuk), Victor Hugo’nun Les Orientales (1829, Doğu Şiirleri), Gérard de Nérval’in Le Voyage en Orient (1851, Doğu'ya Yolculuk), Gustave Flaubert’in Salammbô (1862); Charles Baudelaire’in Les Fleures du Mal (1857, Kötülük Çiçekleri), Leconte de Lisle’in Poèmes Antiques (1852-1874, Antik Şiirleri) ve Poèmes Barbares (1862-1878, Yadsınlık Şiirleri); Arthur Rimbaud’nun  Une Saison en Enfer (1873, Cehennemde Bir Mevsim), Les Illuminations (1874) ve Le Bateau Ivre (1871, Esrik Gemi) yapıtlar yabancı edebiyat bağlamında öğretilir. Özellikle şiirler düşsel yolculukları da belirten yabancıl ögeler barındırır.

Chataubriand: Paris’ten Kudüs’e yolculuk (1811)
Victor Hugo: Doğu Şiirleri  (1829)
Alphonse de Lamartine: Doğu'ya Yolculuk (1835)
Gérard de Nérval: Doğu'ya Yolculuk (1851)

Alphonse de Lamartine: Türkiye Tarihi (1853-1854)
Charles Baudelaire: Kötülük Çiçekleri (1857)
Gustave Flaubert: Salammbô (1862)
Perre Loti: Aziyadé (1879)
Pierre Loti: Bir Sipahinin Romanı (1881)
Pierre Loti: Can Çekişen Türkiye (1913)

Arkas Sanat Galerisindeki sergi ise yabancı bir bölgeye yapılan gerçek seyahatleri gösterir. Bu nedenle yapılan her çizim, çekilen her fotoğraf, desen, betimlenen her davranış o dönemki Avrupalı için önemlidir. Bu fotoğraflarla Avrupalı Doğu'yu tanımaya çalışmıştır.
Bu serginin ayrıcalıklı yanı, yalnızca resimlerden ya da fotoğraflardan oluşmamasıdır denilebilir. İlk kez bir sergide sergilenen çizimler, resimler, grafikler vardır. Yani yelpaze çok geniştir. Gelen bir gezgin gördüğü bir evin ya da caminin kursun kalemle çizimini yapmış. Bunun yanında taş baskılar degareotipler (gümüş kaplama bakır levha üzerinde doğrudan resmin pozitifini yerleştirme), cam üzerine negatiften albümin kâğıdı üzerine pozitif fotoğraf çok çok değişik biçimleri vardır.
Birbirine uzak ama gelişmiş iki uygarlığın, yani Doğu ve Batı toplumlarının birbirlerini tanımaları önemli. Bazen bu tanıma o kadar ileri gidebiliyor ki, iç işlerine karışmaya da başlıyorlar.  Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun hazineyi, dışişlerini ve kültür alanını bıraktığı Ermeni toplumu batının kışkırtması ile yıllardır yaşadığı Türklere karşı gelmeye, isyanlar çıkarmaya başlar. Batı’nın anlamsız propagandası ile hep “Türkler Ermenileri kesti” derler, halbuki o savaş döneminde ilk isyanları çıkaranlar Ermenilerdir. Anadolu’da Ermeni Taşnak Partisi üyeleri ne çok Türk kesmiştir. Kaldı ki o sürgün döneminde de birçok Türk aile Ermeni komşularını saklayıp devlete vermemişlerdir. Bu Ermeni konusuna girme nedeni, bu sergide birçok yerdeki Ermeni kadınlarının betimcelerinin de olması nedeniyledir. Bir evde Ermeni, diğer evde Sünni Müslüman, öbür evde Alevi Müslüman yaşıyordu ve aralarında bir sorun yoktu. O dönemde herhangi bir Ermeni ailesi dikkat çekmezdi. Çok normaldi, ama şimdi sergide neredeymiş diye bakma gereği duyar hale getirildik. Bunun da nedeni Emperyalist düşünce demek ilk akla gelen durum. İnsanlık bilimlerinde her şey olumlu ve olumsuz yanlarını bir arada taşır. Batı taaa buralara kadar gelip bizleri tanımaya çalışmış. Bu çok güzel bir şey. Hele bizim gibi yazılı belgeye meraklı olmayan bir toplum için bu ziyaretler daha da önemli hale geliyor. Batı buralara gelerek bizim değerlerimizi, tarihimizi bir biçimde kayıt altına almıştır. Ama birlikte yaşadığımız Ermenileri ve Rumları ayaklandırmış ve her iki taraftan da çok sayıda kişi ölmüştür. Sergide gördüğüm Ermeni kadın fotoğrafları bana bunları da anımsattı.
Seyahatlerin Doğu ve Batı toplumlarının etkileşimlerinin olduğu dönemler ve yerler olduğu doğrudur. Gelen kişiler bulunduğu bölgeyi her açıdan betimlemeye çalışmıştır. Pierre Loti gibi bazı gezginler “bizden birisi” olarak bizimle birlikte yaşamıştır. Buradaki birçok gelenek, alışkanlık, damak zevkini kendi ülkesine götürmüştür. Bunun yanında Batı’dan gelen birçok değişik uygulamalar, zevkler, giysiler, alışkanlıklar vb. de tersi bir yol izlemiştir. Bu gezginler yalnızca kendi toplumları için önemli değildir. Türk toplumu da Batılıları bu seyyahlar yoluyla tanımıştır. 14 ocak 1999 tarihinde yayınlanan Florence Marguier tarafından sunulan ve Danielle Fontanarosa tarafından hazırlanan ve France Culture radyosunda yayınlanan Doğu Expresi (Orient-express) treniyle ilgili bir belgeselde, İstanbul doğumlu ve o dönemde Paris’te yaşayan bir hanımefendinin söyledikleri ilginçti: “Batı için bu tren Doğu Expresi (Oreint-express) idi, ama bizim içinse Batı expresi (Occident-express) idi. Batıyı bir biçimde bu trenle, gelen yolcularla tanıyorduk” demişti [5]. Aynı durum bu seyyahlar için de geçerlidir.
Bu sergideki görselleri bir araya getirmenin oldukça zor olduğu anlaşılıyor. Bir müzedeki resimleri toplayıp getirilmiş ve bu şekilde açılmış bir sergi değildir. Çok özenle seçilmiş yapıtlar bir araya getirilmiştir. Sergideki tüm gezginler bir şekilde İzmir ile ilişkili olanlardır. Bu durum özenle ve özellikle seçilmiştir. Bu kadar görsel bir araya getirmek için de uzun süre çalışıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin sergide sunulan parçalar Blanc Belediye Kütüphanesi, Lyon Belediye Kütüphanesi, Fransa Ulusal Kütüphanesi, Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Louvre Müzesi, Orsay Müzesi, Robert-Lynen Sinema Klübü, İstanbul Anadolu Araştırmaları Fransız Enstitüsü, Bordeaux Güzel Sanatlar Müzesi, Montpellier Fbre Müzesi, Tours Güzel Sanatlar Müzesi, Rueil-Malmaison Şatosu Ulusal Müzesi ve Arkas Holding’in müzesinden ödünç alınarak getirilmiştir. Ayrıca adları belli 60 kadar özel kişilerin koleksiyonlarından alınanların yanında adlarını açıklamak istemeyen koleksiyoncuların koleksiyonlarından alınan yapıtların da olduğu belirtilmektedir. Sözün kısası, çok özenle seçilmiş bir sergiyi izlediğimiz ortadadır. Arkas Holding sahibi değerli Lucien Arkas ve yöneticilerinden sonra, serginin küratörü ve katalogun editörü sevgili Jean-Luc Maeso’ya İzmir halkının kocaman bir teşekkür borcu vardır.
Sergideki kişilerin çoğunluğu daha önce fazlaca bilinmeyen kişilerdir. Çok tanıdık olanlar bulunsa da ilk kez adlarını duyduğum gezginler daha fazlaydı demek isterim. Alexandre de Lebour ve Léon de Laborde’lar, Anadolu’ya gezgin olarak gelen kişilerin öncülerindendir. 1838 yılından itibaren Anadolu’ya gelir. Kendisi kazıbilimci (fr. archéologue), coğrafyacı, insanbilimci (fr. anthropologue) gibi davranıp Anadolu’nun bir kısmını yüzyılın en erken tarihlerinde resim çizerek, not alarak, gördüklerini antik çağdaki bilgilerle karşılaştırarak betimleyen ilk gezginlerden birisidir.
Avrupalı sanatçılar, 19. Yüzyılın sonuna kadar kendilerini Yunanistan’ın çocukları olarak kabul ediyorlardı. Bu dönemde Yunanistan, Yunanistan’dan öte bir hümanizmayı simgeliyordu. Zaten Humanizma sözcüğü, başlangıçta “Antik yapıtları çok iyi anlayıp çevirenleri” belirtmede kullanılıyordu. Bu 19. Yüzyılda da az ya da çok sürmektedir.
Louis-François Casas (1756-1827) Anadolu’yu karış karış gezer. Arkas Sanat Merkezi’nin bu sergi için hazırladığı kapsamlı tanıtım kitabında Annie Gilet bu gezgin ile ilgili bir makalesi yer almaktadır. İlgili gezgin Efes harabeleriyle fazlaca ilgilenir. Şu da 1788-1790 civarında kağıt üzerine karar kalem çalışması olarak yaptığı bir resimdir. Resmin adı da oldukça ilginç: “Efes’te Zulüm Kapısı önünde Doğululara ait figür çalışmaları”. İşin içine dinsel betiler (fr. figure) girerse zulüm de, öç de, kin de konuşulmaya başlanır. Bu resimdeki “zulüm kapısı” kavramı dinsel bir yanı simgeliyor olmalıdır.
Louis-François Cassas: Efes zulüm kapısı önünde Doğululara ait figür çalışmaları

Bu sergide neredeyse Anadolu’nun her yanıyla ilgili resimler, gravürler, kara kalem çalışması, çizimler var. Örneğin: Afrodisias, Afyonkarahisar, Amasra, Ankara, Antakya, Birecik, Bitlis, Bodrum, Bozcaada (Tenedos), Buca (İzmir), Bursa, Çavdarhisar, Çeşme, Didim, Diyarbakır, Doğanlı (Konya), Edirne, Efes, Eğirdir, Foça, Gelembe, Geyre, Haliç, Hierapolis, Isparta, İstanbul, İzmir, İznik, Konya, Madenşehir, Malatya, Milas, Milet, Pamukkale, Pınarbaşı, Sapanca, Sapanca, Silifke, Sinop, Tarsus, Toros dağları, Truva, Urfa, Üsküdür, Van vb. Mutlaka unuttuğum yerler olmuştur. Ama bu sayı bile çok büyük.
Jules Laurens adlı bir gezgin Anadolu’yu karış karış gezer. Bursa’dan Diyarbakır’a, Sinop’tan Bitlis’e her yeri gezer[6]. Birçok yerin kara kalemle görsel çalışmasını yapar. Bu şekilde daha önce Avrupalılar tarafından bilinmeyen, hiç görülmemiş imgeleri gözler önüne serer. Özellikle Diyarbakır’dan çok etkilenir ve bu şehri Kudüs’le karşılaştırır.
Hugo Les Orientales’in önsöznünde “Doğu’ya gitmeliyiz” diyordu. Sonraki dönemde Fransız devlet adamları bu sözü fazlasıyla yerine getirirler. Hatta sonraki dönemde Fransız devleti de bizzat bu “Doğu'ya seyahatleri” destekler. Hem parasal açıdan hem de diplomatik olarak devletler nezdinde yardım yapar, yaptırır. Bir bakıma Hugo’nun isteği fazlasıyla yerine getirilir. Bunlardan birisi de Charles Texier’dir. “Kralın eğitimden sorumlu bakanı tarafından Asya’ya gönderildim”[7] diye anılarında söz eder. Bu gezgin Anadolu’yu çok ayrıntılı bir biçimde gezer. Gezdiği yerlerle ilgili bilgileri 1839 yılında Description de l’Asie Mineur (Küçük Asya’nın Betimlenmesi) adında bir kitapta toplar. Bitinya (Marmara), İonya, Karya, Frigya, Toros yaylaları, Pamfilya, Likya, Kapadokya, Galatya vb gezdiği yerlerden bazılarıdır.
Anadolu’ya gelen Fransız gezginleri değişik mesleklerdendir. Coğrafyacılar, mimarlar, arkeologlar, tarihçiler ve daha birçok meslekten kişiler gelir. Örneğin Pierre Dedreux, Anadolu’ya gelen ilk Fransız mimardır. Farklı mesleklerden kişilerin gelmeleri önemlidir. Böylece yalnızca fotoğrafları çekilmekle kalınmaz birçok tarihi yapıtın mimari özellikleri, doğanın jeolojik yapısı, coğrafi durumları hakkında da bilgiler öğrenmemize bu gezginler yardımcı olmuştur.
Anadolu’ya en uzun süre seyahat düzenleyen Huyot adlı bir Fransızdır. 1817 yılında Paris’ten yola çıkar 1820 yılında geri döner. Elbette uzun süre İstanbul’da yaşayan Pierre Loti ya da İzmir Tire’de yaşayan Lamartine adlarını da anımsamak gerekiyor. Bazı gezginlerin bu bölgelere gelip yerel giysiler içinde gezdikleri de olmuştur. Antoine-Alphonse Montfort’un taşbaskı olarak çizdiği iki fotoğrafta bu durum görülür.
Kont Alexandre de Laborde’un gezginlik giysileriyle betimcesi
Yazar Léon Labord’un gezginlik giysileriyle betimcesi

Anadolu’ya gelen gezginler her zaman hoş karşılanmıyor. İslam dini açısından resim çekmeye de yapmaya da hoş bakılmaz. Bu nedenle gelen gezginler birçok resmi denizdeki gemi üzerinden yaparlar. Bu nedenle resimlerin önemli bir kısmı gemilerden yapılmış geniş manzaralı durumdadır. Ayrıntıları yeterince verememiştir.
Anadolu’ya gelip resimlere, gravürlere çok emek veren gezginlerden söz edilebilir. Bunlardan birisi de Jules Gervais Courtellemont’dur. Anadolu’nun değişik bölgeleriyle ilgili bin kadar fotoğrafın yanında çok sayıda basılı yayın da bırakmıştır. Bu gezgin çok ilginç özellikler sergiler. Pierre Loti dostu Gervais-Courtellemont için şunları yazar:
“O diyarların yakalanması en zor yönlerini (…), çölün uçup kaçan ufkunu, seraplarıyla, hareket halindeki belirsiz gölgeleriyle; şehirlerin yitmiş ihtişamlarını, ulu caminin geniş hatlarını ve sözcüklere sığmayan görkemiyle girintilerinin ve fayanslarının en küçük ayrıntılarını; Arabi hal ve  tavırları, bakışlarıyla, gözlerindeki düşüncelerinin erişilmesi güç uzaklığına işaret eden kaçamak anlatımlarıyla, en sonunda gecelerin ve sabahların berrak ışıklarını, sadece, bir saniye süren tuhaf ışıldamaları ve ayın gökyüzündeki fantazmagoryalarını belgeliyor”[8].
Doğu'yu nasıl özenli anlattığı bu alıntıdan da anlaşılıyor. Jules Gervais Courtellemont Doğu'yu daha iyi anlayabilmek için İslamiyet’i seçiyor. Böylece Müslüman Türkler arasında daha kolay kabul görmüştür. Benzer durumu Pierre Loti’de de görürüz. O da İstanbul’da bir Türk gibi yaşar.
Jules Gervais Courtellemont Doğu konusunda en nesnel anlatımı yapan gezginlerin başında gelir. Diğer gezginlerin yanlı anlatımlarından üzüntü duyar. “Paşaların, dansözlerin, odalıkların anlatıları ne yazık ki anlatıyken birer gerçek durum gibi söylenir oldu. Doğu ile Batı halkları arasındaki bu yanlış anlamaların yol açtığı işte bu hatalara karşı sesimi yükseltmek istiyorum. Gerçek yaşamda bu hatalar bizi çok ağır siyasi yanlışlara sürüklemektedir”[9]. Batı’nın yabancıllık (fr. exotisme) dediği şeyin temelinde gerçekte kendisinde olmayan ve biraz garip biraz da gizemli olan şeye ilgi vardır. Düzenli bir şehir yaşamı kendilerinde de var, ama karmaşa ya da dinsel nedenlerle Batı dünyasından farklı olan bir şeyi not ederek kendi toplumlarına tanıtırlar. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Harem izleği, Batı’nın en çok ilgilendiği konular arasındadır. Yukarıda belirttiğimiz Doğu'yla ilgili kitapların kapağında da Harem ya da “Doğu tipi giyinen” kişilerin giysileri ile kitap kapakları hazırlanmıştır.
Gezilerin en büyük özelliklerinden birisi de, toplumların birbirinden etkileşimidir. Başkasının duyduğu izlenimi öğrenme duygusu gelen kişiyi ilginç kılmaktadır. Diğer yandan gezginin kendi ülkesine götürdüğü bilgiler, görsel öğeler de kendi toplumu için önemli bir bilgi kaynağıdır.
19. yüzyılda henüz pek keşfedilmemiş olan arkeolojik mirasıyla tanınan Küçük Asya, batılı ulusların önce ilgi odağı daha sonra ise rekabet edecekleri bir yer olur. Başka ülkelerin yanı sıra özellikle Fransa ve Almanya, daha sonra Avusturya ve İngiltere arasındaki çekişmeler bundan sonra diplomatik olduğu kadar bilimsel de olacaktır[10]. Batının bu kendi arasındaki olumlu anlamdaki rekabeti bu Batı Uygarlığını geliştirmiştir. Herkes birbirini kıskanır ama kimse diğerini kötülemez. Biliyorsan sen daha iyisini yap. Bu kadar. Maalesef doğru toplumu, en azından Türklerde böyle bir durum yoktur. Biz birbirimizi yeme konusunda uzmanız. Başka toplumlara kalmadan rahatlıkla birbirimizi tüketebiliriz. Bu konuda çok şey yazılabilir ancak konuyu dağıtmamak adına kısa keselim.
Biz göçebe bir toplum olarak Tarihte yer almışız. Batılı gelip buraları betimlerken ne acıdır ki Türkler bulundukları toprakların altında üstünde ne var ne yok, bilmemektedir. Aslında şaşılacak bir şey yok. Bizim kendi tarihimizi de başkalarının yazılarında aramaktayız. Ben birkaç çalışmamda bu durumu dile getirdim[11]. Burayı bilmiyoruz da geldiğimiz topraklar Orta Asya için de bir şey yapmamışız.
Batıdan gelen birçok araştırmacı Küçük Asya’daki birçok tarihi yeri bulup betimlerler. Sonraki dönemlerde ise devletten izin alıp kazı yaparlar. Anadolu ve Mezapotamya’daki kazılar insanlık için önemlidir. Örneğin bu bölgedeki kazılarla Akadlar, Antik Yunan (Rumlar), Bithynialılar, Bizanslar, Bulgarlar, Doğu Roma İmparatorluğu, Etiler, Fenikeliler, Frikyalılar, Hattiler, Hititler, Hurriler, İyonyalılar, Kapadokyalılar, Karyalılar, Lidyalılar, Likyalılar, Luviler (Klikya dili), Medler, Mitanniler, Mysialılar, Osmanlılar, Palacalar (Paflagonya dili), Persler, Selçuklular, Sümerler, Traklar, Türkler, Urartular  vb. hakkında bilgiler edineceklerdir. Tarihin Sümerlerle başladığını düşündüğümüzde ya da Avrupalıların Antik Yunanlıları ataları olarak kabul ettiklerinde burada yer altında yatan uygarlıkların ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Gezginlerin bazıları toplumsal yaşamla ilgili ilginç ayrıntılar yakalamıştır. Örneğin Alexandre Bida adlı gezgin “Afyon içen kadın”, “Satranç oynayan üç Türk”, “Dört Türk müzisyen”, Barry ise “Ermeni berber”, Alexandre Gabriel Descamps “Dükkanında sigara içen Türk tüccar” gibi desen çalışmaları yapmıştır. Bu çalışmalarda dikkat çekici bazı yanlar bulunmaktadır. Örneğin “Türk müzisyen”, “Ermeni berber”, “Trompet çalan Türkler” ya da “Türk tüccar” demesi, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan her Etnik ulus her türlü sanatı, ticaret yapabilirdi. Bu nedenle ulusu yazma gereğini duymuştur. Şimdi şöyle yazılsaydı: “Ankara’da Türk bakkal”, “Türk müzisyen”, “Türk kasap” biçiminde yazılsa anlamsız olurdu. Diğer yandan “Afyon içen” kadın için ulusunu belirtmemiş olması da anlamlı. Antoine Alphonse Montfort’un “Kırmızı, sarı, beyaz çizgili türban giymiş ayakta duran bir Türk” deseni ise o dönemdeki Türkün oldukça görkemli bir giysisini betimlemektedir. Montfort’un suluboya ile, kahverengi mürekkep ile, guaj boyası ile, metal uçlu siyah estomp ile yaptığı Türk toplumun giysileri ve farklı davranışlarını belirten ilginç desenler yapmıştır.
Barry: Ermeni berber
Antoine Alphonse Montfort: Kırmızı, sarı, beyaz çizgili türban giymiş ayakta duran bir Türk
Alexandre Bida: Afyon içen kadın
Francesco Ballesi: Satılık Çömlek
Alexandre Bida: Satranç oynayan üç Türk
Christope Edmond Kellerman: İzmir. Türk mahallesinin iskelesi

Sergide Küçük Asya’nın değişik illerinden ilçelerinden manzaralar, ayrıntılı çizimler, krokiler yer almaktadır. Diğer yandan İstanbul ile ilgili hatırı sayılır bir resim grubunun olduğunu söylemek de gerekiyor.
Sergide haritalar ve krokiler de önemli bir yer tutar. Örneğin Félix Sartiaux Foça kazılarını yapar. Foça ile ilgili Yeni Foça’dan Eski Foça’ya (De la nouvelle à l’ancienne Phocée) adıyla bir kitapta yaptığı çalışmaları toplar ve 1914 yılında yayınlar. Foça’nın sit alanlarını ve kıyı şeridini belirten jeolojik bir harita hazırlar. Yine Louis Delaporte 1932 yılında Malatya şehrindeki eski Melid’i keşfeder. Devletten aldığı yetki belgesi ile bu çalışmaların sonunda çok önemli yerleşim bölgeleri bulur.
Dalloni ve Félix Sartiaux tarafından 1921’de yapılan Foça haritası
Delaporte’un rölövelerinden yola çıkılarak hazırlanan Malatya şehrinin panaromik görüntüleri

Bu sergi ile ilgili yazılacak çok şey var. Çünkü XVIII. Yüzyıldan başlayıp XX. Yüzyıl başların kadar gelen bir süredeki batılı seyyahların ve özellikle Fransız seyyahların gezip gördükleri, biz<im fark edemediğimiz değerlerimizi, şimdilerde yerinde yeller esen kazıbilimsel uzamları çok güzel gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak bir kez daha sergide her türlü katkısı ve/ya da emeği geçen herkese teşekkür etmek İzmirli olarak bizlere düşen büyük bir sorumluluk ve yükümlülük. Teşekkür ederiz böylesini anlamlı ve merak uyandırıcı bir sergiyi bize izlettirdiğiniz için.

KAYNAKÇA:
ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları.
COUPRIE, Alain (1986) Voyage et Exotisme au XIXème  Siècle, Paris: Hatier.
France Culture (14. 01. 1999) “Orient-express” https://www.franceculture.fr/emissions/les-nuits-de-france-culture/jean-des-cars-lorient-express-est-lincarnation-ferroviaire-de?xtmc=orient expres&xtnp=1&xtcr=3 (son ulaşım: 01 Kasım 2016)
GÜNAY, V. Doğan (2013) Dil ve İletişim, genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul: Papatya Yayınları.
GÜNAY, V. Doğan (2016) Kültürbilime Giriş. Dil, Kültür ve Ötesi…, İstanbul: Papatya Yayınları.
HUGO, Victor (1981) Les Orientales. Les Feuilles d’Automne, Paris: Gallimard.



[1] HUGO, Victor (1981) Les Orientales. Les Feuilles d’Automne, Paris: Gallimard, s. 16.
[2] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, s. 19 (Bu tanıtım kitabı, ilgili sergi için hazırlanmıştır. Üç dilde hazırlanmıştır. Kuşe kağıda basılmıştır. 266 sayfa. ISBN: 978-605-5974-34-3)
[3] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, s. 30.
[4] COUPRIE, Alain (1986) Voyage et Exotisme au XIXème  Siècle, Paris: Hatier, ss.10-78
[5] İlgili yayını şu adresten izlemek olasıdır: France Culture (14. 01. 1999) “Orient-express” https://www.franceculture.fr/emissions/les-nuits-de-france-culture/jean-des-cars-lorient-express-est-lincarnation-ferroviaire-de?xtmc=orient expres&xtnp=1&xtcr=3 (son ulaşım: 01 Kasım 2016) 
[6] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, s. 59.
[7] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, s. 66.
[8] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, ss. 96-97.
[9] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, s. 100.
[10] ARKAS Holding (2016) Anadolu Seyahatleri. 19. Yüzyıl / Périples Anatoliens. XIXe siècle / Anatolian Travels. 19th Century, İzmir: Arkas Sanat Merkezi Yayınları, s. 151.
[11] Konu ile ilgili olarak şu kaynaklara bakılabilir: GÜNAY, V. Doğan (2013) Dil ve İletişim, genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul: Papatya Yayınları, s. 112; GÜNAY, V. Doğan (2016) Kültürbilime Giriş. Dil, Kültür ve Ötesi…, İstanbul: Papatya Yayınları, s. 79.

Yorumlar

  1. Ellerinize, emeğinize sağlık hocam. Muhteşem bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Melihciğim, sağolasın. Gezginler (seyyahlar, fr. voyageur) toplumların birbirini tanımalarında önemli işlevleri vardır. Bu durum Fransız gezginler için geçerli olduğu gibi Evliya Çelebi ya da Marko Polo için de geçerli bir durumdur.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?

TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİ OLABİLİR Mİ?

"KOR" FİLMİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME/ÇÖZÜMLEME