HİNT FELSEFESİ VE RUH EĞİTİMİ
HİNT FELSEFESİ VE RUH EĞİTİMİ
V. Doğan Günay
"'Geldin' dedi Siddharta ve gülümsedi.
'Geldim,' dedi Govinda"
0. Giriş
Hint Felsefesi, hatta Merkezi Asya (Çin, Tibet, Nepal)
felsefesi Batı tarafından her zaman ilgiyle izlenmiştir. Bunun nedenleri
konusunda çok farklı görüşler ileri sürülebilir. Avrupa çok eskilerden bu yana
yabanıl (fr. exotique) bölgelere ve toplumlara ilgi duymuşlardır. Örneğin
coşumculuk akımının bir özelliği de yabanıl ülkelere, bölgelere yönelik yazılar
yazmak. Bu yabanıl topluluklar her yandan incelenmiştir. Düşünce, gelenek ve
görenek, felsefe, inanç en çok ilgi duyulan konular arasındadır. Bunları
felsefi olarak incelemenin yanında romanın, tiyatronun ya da bir başka
anlatısal yapının konusu edilmiştir. Bunun yanında Batıdaki ünlü denilen
kişilerden bazıları içlerindeki boşluğu doldurmak için Orta ve Güney Asya’daki
düşünsel yapılara ilgi duymuşlardır. Buradan öğrendikleri inanç dizgelerini, öğretileri
(fr. dogme) kendi yaşamlarında uygulamaya çalışmışlardır.
Bir dönem Batıdaki esrar tutkunu kişiler keşiş yaşamını
sürdürebilmek için Nepal’in başkenti Katmandu’nun yolunu tutarlardı. Yine
Tibet’in dini lideri Dalay Lama da Batı dünyasına ilginç gelmiştir. Çin Taoist
görüşler ve Konfüçyüs’ün düşünceleri ve Hintlerdeki Buddha felsefesi Batının
ilgisini hep çekmiştir. Özellikle Hint felsefesi birçok kişinin dikkatini
çekmiştir.Hindistan’ın Batı için ayrı bir yerinin olduğunu da söylememiz gerekiyor. Bilindiği gibi Orta Anadolu’da doğup[1] rastgele yönde gelişen Hint-Avrupa Dil Ailesinin doğuda Hindistan’a kadar uzanır. Bu dil ailesinin doğu ucunda Sanskritçe (bugünkü Hintçenin atası durumundaki dil) ve Toharca (Çok eskilerde Orta Asya’da konuşulmuş ölü bir dil), batı ucunda ise Keltçe, Latince, İrlandaca gibi diller vardır. Bunun yanında Hintli dil bilgisi Panini’nin Astadyayi (Sekiz Kitap) adlı çalışması ilk dil çalışması olarak dilbilim kitaplarında öğretilir. Yine dilbilim kitaplarında Veda’ların dil çalışmalarından mutlaka söz edilir. Bunun yanında Sanskritçe ile Yunanca ve Latince arasındaki karşılaştırmalar 19. Yüzyıl sonundaki dilbilim çalışmalarının önemli çalışma konularındandı[2]. Batı, Hindistan’ı dil yoluyla kendisine yakın bir topluluk olarak kabul etmiştir. Aynı durum Çin ya da Japonya için geçerli değildir.
Bizde Hint felsefesiyle birazcık Cemil Meriç ilgilenmiştir. Onun birçok kitabında Hint felsefesiyle ilgili görüşlerini okumak olasıdır. Meriç’in birçok çalışmasında ama Bu Ülke[3] ve Journal I[4] ve Jurnal II[5] de biraz daha fazla Hint düşüncesinden söz eder. Ayrı bir bölümde almak yerine denemelerinde bazı Hint düşüncesi, filozoflarının adı, dinleri geçer. Bu Ülke kitabında Hint düşüncesi ile Batı düşüncesini karşılaştırır. Hint düşüncesinin kutsal kitaplarından Upşinat’ın görüşü ile Freud’ü karşılaştırır ve “Upşinat “Tanrısın” diyor insana, Freud “canavar ve hastasın” diyor. Hangisi haklı?”[6] diye sorar. Meriç’in Hint düşüncesine olan ilgisi inişli çıkışlıdır. Batıya hayran olsa da ara sıra tercihini Hint düşüncesinden yana kullanır. Neredeyse tüm kitaplarında Fransız yazarlardan örnek verir, hep onları inceler ama belki de Hint düşüncesini tanıdıktan sonra tercihini Doğu’dan yana kullanır: “Konfiçyüs, İsa’dan çok daha bilge. Bir Buda bin İsa’ya bedel”[7] deyiveriyor. Bu düşüncenin doğruluğu ya da yanlışığını ortaya koyacak bir birim yoktur. Ama Hint düşüncesinin Batı’ya göre daha eski olduğunu söyleyebiliriz.
Batı dünyasının her edebiyatında Hint düşüncesi ile ilgili çalışmalar bulmak olasıdır. Özellikle edebiyatçılar Hint düşüncesinden esinlenerek yazdıkları şiirler, romanlar, anlatılar, tiyatrolar bolca vardır. Fransız edebiyatından çok sayıda yazar, denemeci adı sayabiliriz. Jean de la Fontaine’inden, Victor Hugo’suna, Stephane Mallarmé’den Romain Rolland’ına birçok yazın adımı Buddhacılıkla, Hint felsefesiyle ilgilenmiştir. Hatta Stephane Mallarme’nın Hint Anlatıları (Contes indiens) adıyla bir öykü kitabı da vardır.
1. Hermann Hesse ve Siddhartha
Belirtildiği gibi Hint düşüncesine ilgi yalnızca Fransız
yazını ile sınırlı değildi, her ülke yazınında Hint düşüncesinden esinlenilmiş
yapıtlar vardı. İşte Alman yazarı Hermann Hesse de bu özellikteki bir yazardır.
Hermann Hesse’in Siddhartha[8]
adlı romanı da Buddha düşüncesinin anlatıldığı bir kurmaca yapıdır. Hermann
Hesse’in romanı, Buddha konumundaki Siddhartha Gautama’nın yaşamını konu alan
Budizm felsefesini ayrıntılı bir biçimde inceleyen bir romandır. “1922 yılında
Hesse’nin “Siddharta” adlı Hint romanı piyasaya çıkmıştır. Bu romanında Hint
kültürüne olan ilgisini ve ailesinden öğrenmiş olduğu Budist felsefesini konu
almıştır. Eski sevgilisi Ruth Wenger (1897 – 1994, ikinci eşi), Hint şiirinde
Siddharta’ya aşkı yaşatan Kamela adlı roman karakterini yazması için kendisine
ilham kaynağı olmuştur”[9]. Dünyada olduğu gibi
ülkemizde de oldukça ilgiyle karşılanmış bir romandır. 2017 yılında 41. Baskı
yapması bunun bir kanıtı olarak gösterilebilir.
|
Herman Hesse, Siddhartha (1822) |
Hesse’in romanı Hint düşüncesini benimseyen ya da
benimsemeye çalışan bir kişinin yaşadığı serüveni anlatır. Roman kahramanının
adı romana da verilmiştir. Siddhartha hem romanın adı hem de romanın baş
kahramanının adıdır. Diğer kahramanın adı da Govinda. Elbette buna başka adları
da eklemek gerekebilir. Örneğin Buddha’dan yüce öğretiyi öğrenir, Kamala’dan
sevme sanatını, Kamaswami’den ticaret sanatını, para biriktirmeyi (s. 97)
öğrenir.
|
Hermann Hesse
(1877-1962)
|
2. Hint Felsefesi
Hint düşüncesi ve bu romanda ortaya konulmaya çalışılan Hint
felsefesi gerçekten çok ilginç. Bu yaşama biçiminde aç kalmak, ruhu
eğitmek ve sabretmek en büyük erdem olarak ortaya
konulur. Hint felsefesini doğru biçimde yaşayan Samana diye bir grup var. Bir
deri bir kemik durumundaki çile çeken grup günümüz tüketim toplumuyla çelişir
durumdadır. Baktığımızda günümüz toplumu yedikleri ve kullandıkları ile övünen
bir duruma gelmiştir. Ama romandaki Samana düşüncesindeki bir kişinin yapması
gerekenler çok farklıdır. “Siddhartha, giysisini yolda rastladığı yoksul bir Brahman’a
verdi. Kendisi edep yerini örten bir ben parçası ve haki renkte dikişsiz bir
üstlükle kaldı. Günde yalnız bir öğün yemek yiyor, pişmiş şeyleri hiç ağzına
koymuyordu. Onbeş gün oruç tuttu bir defasında, bir defasında da yirmi sekiz
gün. Kalçalarındaki et eriyip gitti” (s. 23). Buradaki betimlenen kişi bu
dünyanın nimetlerinden eliği eteğini çekmiş bir kişi konumundadır.
Kullanılan kavramlar da oldukça ilginçtir. Örneğin Brahma,
Hintliler için dünyayı yaratan Tanrıdır[10]. Bu sözcükten türeyen
Brahman, bu Tanrıya bağlı kişi anlamındadır. Siddhartha giysisini bir Brahmana
verir. Ormanda inançlı Buddhaların yanında kendini nefsini terbiyeye etmeyi
öğrenen Siddhartha çok dikkatlice meditasyon eksersizi yapıyordu. Böylece kendi
Ben’ini aşmayı ne nefsine hükmetmeyi öğrendi. “Kendisi Ben’den uzaklaştıran pek
çok yolu yürümesini öğrendi. Acılara katlanarak, gönüllü ıstırap, açlık,
susuzluk, ve yorgunluk çekip bunları yenerek nefsini öldürme yolunda yürüdü.
Meditasyonla, tüm imge ve düşünceleri kafasından uzaklaştırarak, benliğini
öldürme yolunda yürüdü” (s. 25). Tüm bu acılar kişinin ruhunu kontrol altına
alabilmesi yani ruh terbiyesi içindir.
Buddha sözcüğü de ruhları savunan anlamına gelmektedir[11]. Ruh terbiyesi de Egoyu
aşmakla başlar. Bu biraz da İslam düşüncesindeki Hallacı Mansur inanışına
benzetilebilir. Hallac-ı Mansur’un düşünceleri “insan-tanrı- evren” konularını
içeren, varlık birliğini savunan, bu nedenle de şeriat anlayışına aykırı
sayılan bir niteliktir. Hallac’a göre; gerçek olan, var olan, “Bir”dir.
“Çokluk” bir görüştür. “Bir’in değişik biçim ve nitelikte yansımasıdır. Bu
“Bir” de Tanrı’dır. Ancak, evren ve insan bu “Bir’in dışında değil, içindedir,
onunla özdeştir. Bu nedenle insanın “Enel Hak” demesi doğrudur, gereklidir[12]. İnsan konuşan, dolaşan,
düşünen, sevinen, gülen, üzülen, öfkelenen bir Tanrı'dır. Tanrının bütün
nitelikleri insanda, insanın bütün özellikleri Tanrı’da, evrende bir birlik,
bütünlük içindedir. Ölüm gerçek değildir, bir değişmedir, bir görünüştür.
Bundan dolayı kişinin ölümü yaşamında, yaşamı da ölümündedir. Hallac-ı Mansur
bu düşüncesini, çevresinde toplanan büyük bir kalabalığa “Beni öldürün. Beni
öldürün, yaşamım ölümümde, ölümüm yaşamımdadır”[13] sözleriyle açıklamıştır.
Bu Ben’i aşma düşüncesi dilbilimsel açıdan da ele
alınabilir. Ben’i aşmak istiyor ama aşamayacağını görünce başka biçimde alt
etmeye çalışıyor. Bu felsefeye göre insanın Ben’ini aşabilmesi için sürekli
düşünmesi, kendisini kontrol etmesi, öğretiyi iyice edinmesi ve uygulaması
gerekmektedir. Yani “ben kavramından kurtulmak, egoya esir olmaktan kurtulmak
isteyen Siddhartha hem sözceleme öznesidir, hem de sözceleme olmak
istememektedir ama bu kolay değildir:
“Hikmetini ve içyüzünü öğrenmek istediğim şey, Ben’di.
Kurtulmak, alt etmek istediğim şey Ben’di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım,
sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu, dünyada benim bu
Ben’im kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri
olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim
kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok” (s. 47).
Aslında burada felsefi açıdan öztutkunluk (fr. narcisme)
düşüncesinden arınma isteği söz konusu. “Tanrı kendi kendine yetememiş. Narsis
de yetememiş kendi kendine, suda aksini seyretmek, bir nevi ikileşmek, bir ben,
bir de sudaki ben: yani o. Ve Narsis yaşayamamış. Öldürmüş Narsis’i bencillik,
kurutmuş”[14].
Belki de Buddha düşüncesindeki “kontrol altına alınmak istenen Ben”,
öztutkunluktur. İnsan içindeki Ben’ini kontrol altına alması durumunda birçok
şeyi başarabilecektir.
|
Buddhacılık
|
Siddhartha bazen tümüyle Antik Yunan felsefesine yakın
şeyler de düşünür: “Gördü ki su akıyordu hep, sürekli akıyor ama hep yerinde
duruyordu, aynı suydu hep, ama yine de her an yeniydi! Oh, kim kavrayabilir,
kim anlayabilir bunu!” (s. 103) Bu düşünce Yunanlı filozof Herakleitos’un
görüşüne yakındır: “Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. İkinci kez girdiğimizde
bu ırmak büsbütün başka ırmaktır artık. Bu arada akıp giden sular onu başka bir
ırmak yapmıştır “der. Herakleitos “öz varlığın bütün değişkenlikleri içinde
birliğini yitirmeyen o gerçek varlığın, o ana maddenin ne olduğunu araştırır”[16]. Su hem sürekli
devretmektedir hem de aynı su görünümündedir.
Belki olay bir nehir kenarında geçtiğinden, belki Ganj
nehrinin kutsallığını anımsatmak istemesinden belki de Hint felsefesindeki
durumdan dolayı Irmağın bu anlatıda özel bir yeri vardır: Kayıkçı Siddhartha’yı
karşıya geçirirken “Bu suyu sev, ayrılma yanından, onu öğretmen yap!” (s. 102)
der. Gerçekten de Siddhartha’ya, kayıkçı Vasudeva’dan çok ırmak öğretmenlik
yapar:
“Irmaktan sürekli bir şeyler öğreniyordu. Dinlemeyi
öğreniyordu en başta, sessiz bir yürekle, bekleyen, dışa açık bir ruhla, içinde
tutkulara, isteklere kulak vermeyi öğreniyordu, yargılara, görüş ve düşüncelere
yer vermeden” (s. 107).
“Oturdum burada, ırmağı dinledim. Irmak pek çok şey
söyledi bana, o esenliğe kavuşturucu düşünceyle, o birlik ve bütünlük
düşüncesiyle doldurdu içimi” (s. 115)
“Ama öğrendiklerimin büyük çoğunluğunu şu gördüğün
ırmaktan öğrendim ve benden önce burada kayıkçılık yapan Vasudeva’dan” (s.
138).
Samanalara katılmak için iki genç yola çıkarlar. Çok istekli
olan Siddhartha’dır. Arkadaşı bir bakıma Siddhartha’nın yoldaşı olarak
gelmiştir. Gelin görün ki, sonraki süreçte arkadaşı Govinda Samanalara katılır
ama Siddhartha katılmaz. Halbuki babasından ısrarla bu gezginci çilecilere
katılmak için izin ister: “İzninle baba, yarın evinden ayrılmak ve gezgin
çilecilerin arasına karışmak geçer içimden, bunu söylemek için geldim sana. Bir
Samana olmaktır gönlümün arzusu. Babam bu isteğime karşı çıkmaz umarım” (s.
19). Aklındaki bazı sorulara tam olarak yanıt bulamamıştır. Buddhanın lideri
yüce Gotama ile öğretisini tartışır. Siddhartha burada okuyucunun sevgisini
kazanır. Sorgulayan, körü körüne her şeyi kabul eden bir tip olarak çıkmaz
okuyucunun karşısına. Öğrenmek ve içinde yaşamak için geldiği felsefedeki
eksikliği şu biçimde eleştirir:
“Ölümden kurtulmanın çaresini buldun. Kendi
aramalarının sonunda, kendi izlediğin yolda, düşünerek, meditasyonla, bilip
kavrayarak, ilhamla sağladın bunu. Öğretiyle değil! Ve -ben böyle düşünüyorum
ey ulu kişi- kimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz! Kimseye, ey saygıdeğer kişi,
ilham saatinde senin neler yaşadığını sözle olsun, öğretiyle olsun aktaramaz,
anlatamazsın! Nurlanmış kişi Buddha’nın öğretisi pek çok şey içermekte, pek çok
kişiye dürüst yaşamın, kötülüklerden kaçınmanın yolunu öğretmektedir. Ama, bir
şey var ki, bu açık seçik, bu saygın öğretide yer almıyor: Ulu kişi Buddha’nın,
yüzbinlerce kişi arasında yalnızca onun yaşantısındaki giz. İşte öğretiyi
senden duyunca düşündüğüm ve farkına vardığım şey bu. Bu yüzdendir ki
yolculuğumu sürdüreceğim -bir başka öğreti, daha iyi bir öğreti aramak için
değil hani, çünkü biliyorum ki böyle bir öğreti yoktur-, tüm öğretilere ve
öğretmenlere sırt çevirip hedefime tek başıma ulaşmak ya da bu uğurda ölmek
için yapacağım bu yolculuğu” (s. 43)
3. Etten ve Kemikten İnsan
Buddha felsefesini öğrenmekte Siddhartha çok istekli olsa
da, kendisi değil de arkadaşı bu arzuyu yerine getirir. “Şimdiye kadar öğrendiğim
tek şey, hiçbir şey öğrenemeyeceğim oldu” der. Gerçekten arkadaşı Govinda
keşişlikte karar kılar ve ormanda kalır. Aslında Siddhartha babası istemese de,
keşiş olmaya karar verir ama sorgulayıcı yanıyla son anda bu işten vaz geçer.
Govinda ise arkadaşına takılıp gelmiştir ama o daha çabuk etkilenir ve katılır.
Govinda orada verilen her şeyi önemser. Eğitim almaya isteklidir: “Öğrenme
denen şey gerçekte yoksa, nerede kalır o zaman duaların kutsallığı, nerede
kalır Brahmanların saygınlığı, Samanaların kutsallığı? Yeryüzündeki kutsal,
değerli ve saygın şeylerin nice olur hali, ey Siddhartha!” (s. 29). Doğrudur,
öğrenmek gerekiyor ama sorgulamak da gerekiyor. Buradan çıkan bir durum sanki
iki karşıt kişilik ortaya konulmuştur. “Biliyorsun sevgili dostum, henüz bir
delikanlıyken, seninle ormanda çilecilerin yanında yaşarken, öğretilere ve
öğretmenlere güvensizlik duymaya, onlara sırt çevirmeye başlamıştım (s. 138). Öğrenmek
isteyen ve sorgulamayan Govinda’ya karşı sorgulayan ama şüphe de duyan
Siddhartha tipi var. Bu iki kişi günümüz toplumlarını simgeleyen iki temel tip.
Örneğin din temelli eğitime razı, her şeyi kabullenen doğu tipine (Govinda)
karşı, düşünceleri sorgulayarak tartışan, doğru olduğu zaman kabul eden
bilimsel düşünen bir tip (Siddhartha).
Sorgulyan:
Siddhartha
|
Kabullenen:
Govinda
|
Toplumlar ya da
toplumu oluşturan bireyler yaşamı anlamlı kılmak ve kendisine sunulan her
şeyi hemen kabullenmemek için akıl süzgecinden geçirmek ister. Bu günümüzdeki
çağdaş toplumla, Batı toplumuyla özdeşleştirilebilir. Anlatıda bu durumu
Siddhartha simgeleştirir.
|
Bazı toplumlar
da kendilerine sunulan her şeyi peşin olarak kabul eder. Sahip olduğu düşünce
yapısı sorgulamaya izin vermez. Özellikle “kabullenme” üzerine kurulmuş bir
yapı olan dini inançları olan toplumlarda bu durum geçerlidir. Anlatıda bu durumu
Govinda simgeleştirir.
|
Siddhartha, kendi gücünü, özgürlüğünü ve sınırlarını çok iyi
bilir. Örneğin kendisini filozofların yerine koymaz: “Dünyanın içyüzünü görmek,
onu açıklamak, onu aşağılamak büyük düşünürlerin işidir belki. Ama benim için
tek önemli şey, dünyayı sevebilmektir; onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve
nefret beslememek, ona, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hayranlıkla ve
huşuyla bakabilmektir” (s. 143). Burada etten ve kemikten bir kişi olduğunu
gösterir.
Govinda’ya da haksızlık etmemek gerekir. Her ikisi de
değişim içindeki insanı simgeler. Birisi biraz daha inançlıdır, diğeri
sorgulayıcıdır. “Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle
Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkâr olamaz”
(s. 139). Belki de romanın tümünü bu tümce özetliyor. İnsanlar bir şeyin
peşinde koşar, oradan bir yerlere ulaşır ama yine de içinde sorgulamalar sürer.
İnsan, doğa ya da nesneler sürekli bir dönüşüm içindedirler. Yaşlı Siddhartha
ile yaşlı Govinda’nın söyleşisindeki taş örneği insanın her şeyin bir dönüşüm
içinde olduğunu gösterir: Bir taştır, belli bir zaman sonra toprak olacak belki,
topraktan bir bitki olarak boy verecek ya da bir hayvana, bir insana dönüşecek.
Eskiden olsa derdim ki: bu taş yalnızca bir taştır, değersizdir, Maya
dünyasındaki nesnelerden birisidir; ama yaşam çevriminde insana ve ruha da
dönüşebileceği için bu taşa da önem veriyorum” (s. 141). O zaman insanın da
zaman içinde düşüncelerinin değişmesi normal sayılmalıdır.
Govinda’ya tümüyle haksızlık da etmeyelim. Her iki birey de
bir süreliğine mutlu görünse de sonradan arayışlarını sürdürdükleri ya da
sürdürecekleri anlaşılıyor. “[Govinda’nın] yüzünde bir şevk, sadakat, arayış ve
ürkeklik ifadesi okunuyordu” (s. 93) Yani arkadaşı iyi bir keşişi olmuş ve iç
huzura tam erişemediği de anlaşılıyor. Bir başka yerde kendisinden şu biçimde
söz eder: “yaşam boyu her ne kadar tarikat kurallarının dışına çıkmamış, ayrıca
genç kişilerden yaşı ve alçak gönüllülüğü dolayısıyla büyük saygı görmüşse de,
yüreğindeki tedirginlik sürüp gitmiş, arayışları bir türlü sona ermemişti” (s.
136). Artık öğreti içinde uzun süre kalmış ve yaşlanmış olan Govinda ömrünün
son anında bile arayışını sürdürdüğü anlaşılıyor: “Yaşlı olmasına yaşlıyım, ama
arayışlarım sona ermedi. Hiçbir zaman sona ermeyecek, anlaşılan benim yazgım bu”
(ss. 136-137) biçiminde söz eder.
Siddhartha mutlu olmak için bir öğretiye bağlı kalmaz. Sürekli
bir arayış içinde yaşamını sürdürür. Belki de gerçek yaşam budur. Ama baba bu
konuda çok emin değildir: “Ormana gideceksin ve bir Samana olacaksın diye
başladı konuşmaya. “Baktın ki ormanda mutluluğa kavuştun, dön gel ve öğret bana
mutluluk neymiş. Düş kırıklığına mı uğradın, yine dön gel, yine seninle
birlikte Tanrılara sungular sunalım” (s. 21). Aslında keşişlik yaşamı
Siddhartha’ya göre değildir. Dostu Govinda’nın söyledikleri her şeyi
kabullenmiş bir kişinin yaşamını belirtir: “Biz keşişler yağmur mevsimi dışında
yollardayızdır hep, oradan oraya dolaşır, keşişliğin kurallarına göre yaşarız;
Buddha öğretisini müjdeler, sadaka toplar tekrar yollara düşeriz. Hep böyle
geçer günlerimi” (s. 94). Aslında böylesi bir yaşam Siddhartha’ya çok uygun
düşmeyecektir.
Siddhartha bu tabu şeklindeki dinsel yaşamı kabul etmez şehre
gider. Siddhartha aradığını bulamadığı için yoluna devam eder. Ama bu sürede
kendisini eğitmiştir. Toplantı yerinden ayrıldıktan sonra şehrin girişinde
gördüğü kadından yardım ister. Orada “dünya nimetleri”yle tanışır. Sever,
sevilir, para kazanır, şölen sofralarına katılır, zar atıp kumar oynar,
çalgıcıları görür, Kamala’nın kafeste beslediği kuşu görür, güzel elbiseler
giyer, kumar oynar, güzel kokular sürer. Bunlar dünya nimetleridir. Hatta
kendisini sevmeyi öğreten Kamal, son kez Siddhartha ile birlikte olduğu zaman
gebe kalır” (s. 88). Ama şehre vardığında Siddhartha’nın yapabileceği neredeyse
hiçbir iş yoktur. Kadın Siddhartha’nın mesleğini, özelliklerini, becerileri
sorduğunda “düşünebilir, bekleyebilir ve oruç tutabilirim” (s. 63) der. Aslında
bu üç eylem de kişinin kendisini terbiye etmesi açısından önemlidir. Gerçekten
de başka bir becerisi yoktur. Roman süresince görürüz ki bu özellikler yaşamın
birçok aşamasında gereklidir. Karşılaştığı kadın yardımı ile başka meslekleri
de olur, yeni alanları da tanır: Ticaret öğrenir, sır tutar ya da okuryazarlığı
sayesinde yazışmalar yapar, muhasebe tutar vb.
|
Budizm: Budizm'in
hedefi, hayattaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve
bunları gidermenin yollarını göstermektir. Budizm'de öğretilerin ana çatısını
meditasyon gibi içe bakış yöntemleri, reenkarnasyon denilen doğum-ölüm
döngüsünün tekrarı ve karma denilen neden-sonuç zinciri gibi kavramlar
oluşturmaktadır.
|
3. 1. Vedaların Dil Merakı
Kitapta dil üzerinde ilk çalışmalarda bulunmuş Vedalara
yakışır biçimde dille ilgili de görüşler vardır: “Şunu itiraf edeyim ki
düşüncelerle sözcükler arasında bir ayrım yapmıyorum. Açıkçası, düşüncelere pek
önem verdiğim yok. Nesneler daha değerlidir benim için”. Burada tümüyle çağdaş
dilbilimdeki gösterge (fr. signe) ile gönderge (fr. référent) arasındaki
ilişkiyi ele almaktadır. İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’den beri
bilinen “dildeki her şeyin gösterge olduğu ve dilsel göstergenin gösteren (fr. signifiant)
ve gösterilenden (fr. signifié) oluştuğu”[17] düşüncesi bilinirse, Siddharta’nın
burada söyledikleri anlamlı olacaktır. Düşünce denilen dilsel göstergenin
gösterilen kısmıdır. Gösteren ile gösterile, dildeki göstergeyi oluşturur.
Sonuç
Hint felsefesi tarihsel derinliği olan bir düşünce
dizgesidir. Antik Yunan söylenbilimi (fr. mythologie) gibi, arayan
herkes her konuda bir yol, yaklaşım, öğreti bulabilir. Siz de benzer bir yolu
seçebilirsiniz.
KAYNAKÇA:
EYÜBOĞLU,
İsmet Zeki (1990) Tarikatlar ve Mezhepler, İstanbul: Der Yayınları.GÖKBERK, Prof. Dr. Macit (1980) Felsefe Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
GÜNAY, V. Doğan (2013) Söylem Çözümlemesi, İstanbul: Papatya Yayınları.
HEGEL, Georg Wilhelm Friedrich (2007) Leçons
Sur la Philosophie de l'Histoire, Fransızcaya Çeviren: Jean Gibelin, Paris:
Edition Folio.
HESSE,
Hermann (2017) Siddhartha, Çeviren: Kâmuran Şipal, 41. Baskı, İstanbul,
Can Yayınları.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hermann_Hesse
(Hermann Hesse maddesi) (26 Nisan 2017)
MALMBERG,
Bertil (1972) Les Nouvelles Tendances de la Linguistique, Paris: PUF.
MERİÇ,
Cemil (1992) Bu Ülke, 6. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün
Eserleri: 2.
MERİÇ,
Cemil (1993) Jurnal, cilt: 1 (1955-1965), 5. Baskı, İstanbul: İletişim
Yayınları, Bütün Eserleri: 1.
MERİÇ,
Cemil (2015) Jurnal, cilt: 2 (1966-1983), 2. Baskı, İstanbul: İletişim
Yayınları, Bütün Eserleri: 3.
NOYAN DEDEBABA, Bedri (1999) Bektaşilik
ve Alevilik, Cilt: 11, Ankara: Ardıç Yayınları.
PATTANAIK,
Devdutt (2016) Mit ve Mitya. Hint Mitolojisine Giriş, Çeviren: Çiğdem
Erkal, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
RENFREW, Colin (Eylül 1996) “Hint-Avrupa
Dillerinin Kökenleri”, Çev. Özlem Baykara, Kuram
Dergisi, Kitap: 12, İstanbul: Kur Yayıncılık, [3-10].
SAUSSURE,
Ferdinand de (1992) Cours de Linguistique Générale, Paris: Payot.
[1] RENFREW, Colin (Eylül 1996) “Hint-Avrupa Dillerinin
Kökenleri”, Çev. Özlem Baykara, Kuram
Dergisi, Kitap: 12, İstanbul: Kur Yayıncılık, s. 3. [3-10].
[2] MALMBERG, Bertil (1972) Les
Nouvelles Tendances de la Linguistique, Paris: PUF., s. 16
[3] MERİÇ, Cemil (1992) Bu
Ülke, 6. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 2.
[4] MERİÇ, Cemil (1993)
Jurnal, cilt: 1 (1955-1965), 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün
Eserleri: 1.
[5] MERİÇ, Cemil (2015)
Jurnal, cilt: 2 (1966-1983), 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün
Eserleri: 3.
[6] MERİÇ, Cemil (1992) Bu
Ülke, 6. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 2. s. 208.
[7] MERİÇ, Cemil (2015)
Jurnal, cilt: 2 (1966-1983), 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün
Eserleri: 3. s. 179
[8] HESSE, Hermann (2017) Siddhartha,
Çeviren: Kâmuran Şipal, 41. Baskı, İstanbul, Can Yayınları, 148 s.
[9]
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hermann_Hesse (Hermann Hesse maddesi) (26 Nisan
2017)
[10] PATTANAIK, Devdutt (2016)
Mit ve Mitya. Hint Mitolojisine Giriş, Çeviren: Çiğdem Erkal, Ankara:
Doğu Batı Yayınları, s. 21.
[11] HEGEL, Georg Wilhelm Friedrich (2007) Leçons Sur
la Philosophie de l'Histoire, Fransızcaya Çeviren: Jean Gibelin, Paris:
Edition Folio, s. 130
[12] EYÜBOĞLU, İsmet Zeki
(1990) Tarikatlar ve Mezhepler, İstanbul: Der Yayınları, s. 62.
[13] NOYAN DEDEBABA, Bedri (1999) Bektaşilik ve
Alevilik, Cilt: 11, Ankara: Ardıç Yayınları, s. 243.
[14] MERİÇ, Cemil (1993)
Jurnal, cilt: 1 (1955-1965), 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün
Eserleri: 1. s. 174
[15] GÜNAY, V. Doğan (2013)
Söylem Çözümlemesi, İstanbul: Papatya Yayınları, s. 33.
[16] GÖKBERK, Prof. Dr. Macit
(1980) Felsefe Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, s.. 25
[17] SAUSSURE, Ferdinand de (1992)
Cours de Linguistique Générale, Paris: Payot, s. 99.
Yorumlar
Yorum Gönder