HİNT FELSEFESİ VE RUH EĞİTİMİ



HİNT FELSEFESİ VE RUH EĞİTİMİ 


V. Doğan Günay


"'Geldin' dedi Siddharta ve gülümsedi.
'Geldim,' dedi Govinda" 

0. Giriş
         Hint Felsefesi, hatta Merkezi Asya (Çin, Tibet, Nepal) felsefesi Batı tarafından her zaman ilgiyle izlenmiştir. Bunun nedenleri konusunda çok farklı görüşler ileri sürülebilir. Avrupa çok eskilerden bu yana yabanıl (fr. exotique) bölgelere ve toplumlara ilgi duymuşlardır. Örneğin coşumculuk akımının bir özelliği de yabanıl ülkelere, bölgelere yönelik yazılar yazmak. Bu yabanıl topluluklar her yandan incelenmiştir. Düşünce, gelenek ve görenek, felsefe, inanç en çok ilgi duyulan konular arasındadır. Bunları felsefi olarak incelemenin yanında romanın, tiyatronun ya da bir başka anlatısal yapının konusu edilmiştir. Bunun yanında Batıdaki ünlü denilen kişilerden bazıları içlerindeki boşluğu doldurmak için Orta ve Güney Asya’daki düşünsel yapılara ilgi duymuşlardır. Buradan öğrendikleri inanç dizgelerini, öğretileri (fr. dogme) kendi yaşamlarında uygulamaya çalışmışlardır.
         Bir dönem Batıdaki esrar tutkunu kişiler keşiş yaşamını sürdürebilmek için Nepal’in başkenti Katmandu’nun yolunu tutarlardı. Yine Tibet’in dini lideri Dalay Lama da Batı dünyasına ilginç gelmiştir. Çin Taoist görüşler ve Konfüçyüs’ün düşünceleri ve Hintlerdeki Buddha felsefesi Batının ilgisini hep çekmiştir. Özellikle Hint felsefesi birçok kişinin dikkatini çekmiştir.
         Hindistan’ın Batı için ayrı bir yerinin olduğunu da söylememiz gerekiyor. Bilindiği gibi Orta Anadolu’da doğup[1] rastgele yönde gelişen Hint-Avrupa Dil Ailesinin doğuda Hindistan’a kadar uzanır. Bu dil ailesinin doğu ucunda Sanskritçe (bugünkü Hintçenin atası durumundaki dil) ve Toharca (Çok eskilerde Orta Asya’da konuşulmuş ölü bir dil), batı ucunda ise Keltçe, Latince, İrlandaca gibi diller vardır. Bunun yanında Hintli dil bilgisi Panini’nin Astadyayi (Sekiz Kitap) adlı çalışması ilk dil çalışması olarak dilbilim kitaplarında öğretilir. Yine dilbilim kitaplarında Veda’ların dil çalışmalarından mutlaka söz edilir. Bunun yanında Sanskritçe ile Yunanca ve Latince arasındaki karşılaştırmalar 19. Yüzyıl sonundaki dilbilim çalışmalarının önemli çalışma konularındandı[2]. Batı, Hindistan’ı dil yoluyla kendisine yakın bir topluluk olarak kabul etmiştir. Aynı durum Çin ya da Japonya için geçerli değildir.
         Bizde Hint felsefesiyle birazcık Cemil Meriç ilgilenmiştir. Onun birçok kitabında Hint felsefesiyle ilgili görüşlerini okumak olasıdır. Meriç’in birçok çalışmasında ama Bu Ülke[3] ve Journal I[4] ve Jurnal II[5] de biraz daha fazla Hint düşüncesinden söz eder. Ayrı bir bölümde almak yerine denemelerinde bazı Hint düşüncesi, filozoflarının adı, dinleri geçer. Bu Ülke kitabında Hint düşüncesi ile Batı düşüncesini karşılaştırır. Hint düşüncesinin kutsal kitaplarından Upşinat’ın görüşü ile Freud’ü karşılaştırır ve “Upşinat “Tanrısın” diyor insana, Freud “canavar ve hastasın” diyor. Hangisi haklı?”[6] diye sorar. Meriç’in Hint düşüncesine olan ilgisi inişli çıkışlıdır. Batıya hayran olsa da ara sıra tercihini Hint düşüncesinden yana kullanır. Neredeyse tüm kitaplarında Fransız yazarlardan örnek verir, hep onları inceler ama belki de Hint düşüncesini tanıdıktan sonra tercihini Doğu’dan yana kullanır: “Konfiçyüs, İsa’dan çok daha bilge. Bir Buda bin İsa’ya bedel”[7] deyiveriyor. Bu düşüncenin doğruluğu ya da yanlışığını ortaya koyacak bir birim yoktur. Ama Hint düşüncesinin Batı’ya göre daha eski olduğunu söyleyebiliriz.
         Batı dünyasının her edebiyatında Hint düşüncesi ile ilgili çalışmalar bulmak olasıdır. Özellikle edebiyatçılar Hint düşüncesinden esinlenerek yazdıkları şiirler, romanlar, anlatılar, tiyatrolar bolca vardır. Fransız edebiyatından çok sayıda yazar, denemeci adı sayabiliriz. Jean de la Fontaine’inden, Victor Hugo’suna, Stephane Mallarmé’den Romain Rolland’ına birçok yazın adımı Buddhacılıkla, Hint felsefesiyle ilgilenmiştir. Hatta Stephane Mallarme’nın Hint Anlatıları (Contes indiens) adıyla bir öykü kitabı da vardır. 

        1. Hermann Hesse ve Siddhartha
        Belirtildiği gibi Hint düşüncesine ilgi yalnızca Fransız yazını ile sınırlı değildi, her ülke yazınında Hint düşüncesinden esinlenilmiş yapıtlar vardı. İşte Alman yazarı Hermann Hesse de bu özellikteki bir yazardır. Hermann Hesse’in Siddhartha[8] adlı romanı da Buddha düşüncesinin anlatıldığı bir kurmaca yapıdır. Hermann Hesse’in romanı, Buddha konumundaki Siddhartha Gautama’nın yaşamını konu alan Budizm felsefesini ayrıntılı bir biçimde inceleyen bir romandır. “1922 yılında Hesse’nin “Siddharta” adlı Hint romanı piyasaya çıkmıştır. Bu romanında Hint kültürüne olan ilgisini ve ailesinden öğrenmiş olduğu Budist felsefesini konu almıştır. Eski sevgilisi Ruth Wenger (1897 – 1994, ikinci eşi), Hint şiirinde Siddharta’ya aşkı yaşatan Kamela adlı roman karakterini yazması için kendisine ilham kaynağı olmuştur”[9]. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de oldukça ilgiyle karşılanmış bir romandır. 2017 yılında 41. Baskı yapması bunun bir kanıtı olarak gösterilebilir.

Herman Hesse, Siddhartha (1822)
          Hesse romanını Fransız yazarı Romain Rolland’a ithaf eder. İnsancıl bir ülkü (fr. idéal humaniste) peşindeki bu Fransız yazarı Hint filozoflarından çok etkilenir. Rabindranath Tagore ve Gandhi ile söyleşiler yapmıştır. Yine Hint filozoflarından Râmakrishna ve Vivekananda’dan eğitim görüşlerinden ve öğretilerinden yararlanmıştır. Rolland şiddetin olmadığı bir dünyayı dil getirir. Romain Rolland birinci dünya savaşı patlak verdiği sırada İsviçre’dedir. Fransa’ya dönmeyerek savaşı daha sorunsuz atlaya çalışır. Yine de Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış, Avrupa’daki kıyımı görmüştür. Bu nedenle şiddet karşıtı bir dünyayı savunması içinde bulunduğu durumun bir sonucudur. Türkçede üç ciltlik (Fransızcası 10 cilttir) Jean-Christophe romanı, Beethoven ve Tolstoy’un Hayatı yapıtları bulunabilir. Yazarın çok sayıda yapıtı vardır.
          Hesse’in romanı Hint düşüncesini benimseyen ya da benimsemeye çalışan bir kişinin yaşadığı serüveni anlatır. Roman kahramanının adı romana da verilmiştir. Siddhartha hem romanın adı hem de romanın baş kahramanının adıdır. Diğer kahramanın adı da Govinda. Elbette buna başka adları da eklemek gerekebilir. Örneğin Buddha’dan yüce öğretiyi öğrenir, Kamala’dan sevme sanatını, Kamaswami’den ticaret sanatını, para biriktirmeyi (s. 97) öğrenir.

  Hermann Hesse (1877-1962)
          Yine kayıkçı Vasudeva’yı tanır. Kendisine çok şey öğreten bir bilge kişidir: “Bak, ben bilge biri değilim, nasıl konuşulacağını bilmem, nasıl düşünüleceğini de. Yalnızca dinlemesini bilirim” (s. 106) diyen ama Siddhartha’ya göre bilge bir kişi: “Öğrendiklerimin büyük çoğunluğunu şu gördüğün ırmaktan öğrendim ve benden önce burada kayıkçılık yapan Vasudeva’dan” (s. 138). Bu kahramanların anlatı içinde önemli yerlerinin olduğunu belirtmek gerekiyor. 

          2. Hint Felsefesi
         Hint düşüncesi ve bu romanda ortaya konulmaya çalışılan Hint felsefesi gerçekten çok ilginç. Bu yaşama biçiminde aç kalmak, ruhu eğitmek ve sabretmek en büyük erdem olarak ortaya konulur. Hint felsefesini doğru biçimde yaşayan Samana diye bir grup var. Bir deri bir kemik durumundaki çile çeken grup günümüz tüketim toplumuyla çelişir durumdadır. Baktığımızda günümüz toplumu yedikleri ve kullandıkları ile övünen bir duruma gelmiştir. Ama romandaki Samana düşüncesindeki bir kişinin yapması gerekenler çok farklıdır. “Siddhartha, giysisini yolda rastladığı yoksul bir Brahman’a verdi. Kendisi edep yerini örten bir ben parçası ve haki renkte dikişsiz bir üstlükle kaldı. Günde yalnız bir öğün yemek yiyor, pişmiş şeyleri hiç ağzına koymuyordu. Onbeş gün oruç tuttu bir defasında, bir defasında da yirmi sekiz gün. Kalçalarındaki et eriyip gitti” (s. 23). Buradaki betimlenen kişi bu dünyanın nimetlerinden eliği eteğini çekmiş bir kişi konumundadır.
          Kullanılan kavramlar da oldukça ilginçtir. Örneğin Brahma, Hintliler için dünyayı yaratan Tanrıdır[10]. Bu sözcükten türeyen Brahman, bu Tanrıya bağlı kişi anlamındadır. Siddhartha giysisini bir Brahmana verir. Ormanda inançlı Buddhaların yanında kendini nefsini terbiyeye etmeyi öğrenen Siddhartha çok dikkatlice meditasyon eksersizi yapıyordu. Böylece kendi Ben’ini aşmayı ne nefsine hükmetmeyi öğrendi. “Kendisi Ben’den uzaklaştıran pek çok yolu yürümesini öğrendi. Acılara katlanarak, gönüllü ıstırap, açlık, susuzluk, ve yorgunluk çekip bunları yenerek nefsini öldürme yolunda yürüdü. Meditasyonla, tüm imge ve düşünceleri kafasından uzaklaştırarak, benliğini öldürme yolunda yürüdü” (s. 25). Tüm bu acılar kişinin ruhunu kontrol altına alabilmesi yani ruh terbiyesi içindir.
          Buddha sözcüğü de ruhları savunan anlamına gelmektedir[11]. Ruh terbiyesi de Egoyu aşmakla başlar. Bu biraz da İslam düşüncesindeki Hallacı Mansur inanışına benzetilebilir. Hallac-ı Mansur’un düşünceleri “insan-tanrı- evren” konularını içeren, varlık birliğini savunan, bu nedenle de şeriat anlayışına aykırı sayılan bir niteliktir. Hallac’a göre; gerçek olan, var olan, “Bir”dir. “Çokluk” bir görüştür. “Bir’in değişik biçim ve nitelikte yansımasıdır. Bu “Bir” de Tanrı’dır. Ancak, evren ve insan bu “Bir’in dışında değil, içindedir, onunla özdeştir. Bu nedenle insanın “Enel Hak” demesi doğrudur, gereklidir[12]. İnsan konuşan, dolaşan, düşünen, sevinen, gülen, üzülen, öfkelenen bir Tanrı'dır. Tanrının bütün nitelikleri insanda, insanın bütün özellikleri Tanrı’da, evrende bir birlik, bütünlük içindedir. Ölüm gerçek değildir, bir değişmedir, bir görünüştür. Bundan dolayı kişinin ölümü yaşamında, yaşamı da ölümündedir. Hallac-ı Mansur bu düşüncesini, çevresinde toplanan büyük bir kalabalığa “Beni öldürün. Beni öldürün, yaşamım ölümümde, ölümüm yaşamımdadır”[13] sözleriyle açıklamıştır.
          Bu Ben’i aşma düşüncesi dilbilimsel açıdan da ele alınabilir. Ben’i aşmak istiyor ama aşamayacağını görünce başka biçimde alt etmeye çalışıyor. Bu felsefeye göre insanın Ben’ini aşabilmesi için sürekli düşünmesi, kendisini kontrol etmesi, öğretiyi iyice edinmesi ve uygulaması gerekmektedir. Yani “ben kavramından kurtulmak, egoya esir olmaktan kurtulmak isteyen Siddhartha hem sözceleme öznesidir, hem de sözceleme olmak istememektedir ama bu kolay değildir:
“Hikmetini ve içyüzünü öğrenmek istediğim şey, Ben’di. Kurtulmak, alt etmek istediğim şey Ben’di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu, dünyada benim bu Ben’im kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok” (s. 47).
        Aslında burada felsefi açıdan öztutkunluk (fr. narcisme) düşüncesinden arınma isteği söz konusu. “Tanrı kendi kendine yetememiş. Narsis de yetememiş kendi kendine, suda aksini seyretmek, bir nevi ikileşmek, bir ben, bir de sudaki ben: yani o. Ve Narsis yaşayamamış. Öldürmüş Narsis’i bencillik, kurutmuş”[14]. Belki de Buddha düşüncesindeki “kontrol altına alınmak istenen Ben”, öztutkunluktur. İnsan içindeki Ben’ini kontrol altına alması durumunda birçok şeyi başarabilecektir.

  Buddhacılık
          Siddhartha kampta bulunduğu sürece sürekli yeni şeyler öğrendi. Doğayı tanıdı, yeni öğrendiği öğretiye uygun olarak bunları yorumlamayı bildi. Doğa “Siddhartha için geçici ve aldatıcı bir seraptan öte bir anlam taşımamıştı, kuşkuyla bakmıştı hepsine, töz olmadıklarından, töz dene şey görünürlüğün arkasında saklı yattığından düşüncelerin ağına yakalanıp yok edilmeye mahkûm nesneler bilmişti bunları” (s. 53). Bu yaklaşıma göre dünya güzel de görünebilirdi. Hatta felsefedeki ikili karşıtlıkların hepsini neredeyse doğada görünme durumu da vardı: “Yazmak iyidir, ama düşünmek daha iyi; akıllılık iyidir, ama sabretmek daha iyi" diyor bir seferinde. Yazma ile düşünmeyi akıllı olmakla sabretmeyi karşıtlaştırır. Madde ve ruhtan oluşan Siddhartha bazen buradaki temel öğretilerin de yeterli olmadığını görür. Örneğin oğlu için çok sabreder (s. 117) ama sonunda bu sabretme olumlu sonuçlanmaz. Doğadan da karşıtlıklar kurar. “Ay ve yıldızlar güzeldi, güzeldi çay ve sahil, orman ve kaya, keçi ve uğur böceği, çiçek ve kelebek güzeldi. Güzel ve iç açıcıydı dünyayı böyle gezip dolaşmak” (s. 54). Buradaki ikili karşıtlıklar felsefedeki karşıtlıkları belirtir. Ancak Batı düşüncesindeki gibi beyaz ile siyah ya da iyi ile kötü değil de alışılmadık ikili birliktelikler oluşturulmuştur. Bu felsefedeki ikili karşıtlıktır. Her yerde vardır. “Felsefede “eytişimsel iç çelişki” terimiyle anlatılan karşıtlık kavramı; doğada, toplumda ve bilinçte, tüm nesnelerde, olaylarda ve süreçlerde yer alır. Olayların, nesnelerin ve süreçlerin devinip gelişmesi karşıtlıkların varlığıyla olasıdır. Karşıtlıklar hem birlik (bir çeşit uzlaşma) hem de bir çatışma içindedir. Yani biri olmadan öbürü de olmadığı gibi, biri diğerini sürekli olarak dışlar. Karşıtlıklar aynı zamanda birbirine geçişirler; biri diğerini sürekli yenme, onun yerine geçme eğilimindedir”[15]. Buradaki durumda da benzer süreçler geçerlidir. Doğada her zaman sadece iyiler ya da yalnızca kötüler yoktur. İyi, kötü, çirkin, fena, hoş gibi kavramlar da vardır.
         Siddhartha bazen tümüyle Antik Yunan felsefesine yakın şeyler de düşünür: “Gördü ki su akıyordu hep, sürekli akıyor ama hep yerinde duruyordu, aynı suydu hep, ama yine de her an yeniydi! Oh, kim kavrayabilir, kim anlayabilir bunu!” (s. 103) Bu düşünce Yunanlı filozof Herakleitos’un görüşüne yakındır: “Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. İkinci kez girdiğimizde bu ırmak büsbütün başka ırmaktır artık. Bu arada akıp giden sular onu başka bir ırmak yapmıştır “der. Herakleitos “öz varlığın bütün değişkenlikleri içinde birliğini yitirmeyen o gerçek varlığın, o ana maddenin ne olduğunu araştırır”[16]. Su hem sürekli devretmektedir hem de aynı su görünümündedir.
          Belki olay bir nehir kenarında geçtiğinden, belki Ganj nehrinin kutsallığını anımsatmak istemesinden belki de Hint felsefesindeki durumdan dolayı Irmağın bu anlatıda özel bir yeri vardır: Kayıkçı Siddhartha’yı karşıya geçirirken “Bu suyu sev, ayrılma yanından, onu öğretmen yap!” (s. 102) der. Gerçekten de Siddhartha’ya, kayıkçı Vasudeva’dan çok ırmak öğretmenlik yapar:
“Irmaktan sürekli bir şeyler öğreniyordu. Dinlemeyi öğreniyordu en başta, sessiz bir yürekle, bekleyen, dışa açık bir ruhla, içinde tutkulara, isteklere kulak vermeyi öğreniyordu, yargılara, görüş ve düşüncelere yer vermeden” (s. 107).
“Oturdum burada, ırmağı dinledim. Irmak pek çok şey söyledi bana, o esenliğe kavuşturucu düşünceyle, o birlik ve bütünlük düşüncesiyle doldurdu içimi” (s. 115)
“Ama öğrendiklerimin büyük çoğunluğunu şu gördüğün ırmaktan öğrendim ve benden önce burada kayıkçılık yapan Vasudeva’dan” (s. 138).
         Samanalara katılmak için iki genç yola çıkarlar. Çok istekli olan Siddhartha’dır. Arkadaşı bir bakıma Siddhartha’nın yoldaşı olarak gelmiştir. Gelin görün ki, sonraki süreçte arkadaşı Govinda Samanalara katılır ama Siddhartha katılmaz. Halbuki babasından ısrarla bu gezginci çilecilere katılmak için izin ister: “İzninle baba, yarın evinden ayrılmak ve gezgin çilecilerin arasına karışmak geçer içimden, bunu söylemek için geldim sana. Bir Samana olmaktır gönlümün arzusu. Babam bu isteğime karşı çıkmaz umarım” (s. 19). Aklındaki bazı sorulara tam olarak yanıt bulamamıştır. Buddhanın lideri yüce Gotama ile öğretisini tartışır. Siddhartha burada okuyucunun sevgisini kazanır. Sorgulayan, körü körüne her şeyi kabul eden bir tip olarak çıkmaz okuyucunun karşısına. Öğrenmek ve içinde yaşamak için geldiği felsefedeki eksikliği şu biçimde eleştirir:
“Ölümden kurtulmanın çaresini buldun. Kendi aramalarının sonunda, kendi izlediğin yolda, düşünerek, meditasyonla, bilip kavrayarak, ilhamla sağladın bunu. Öğretiyle değil! Ve -ben böyle düşünüyorum ey ulu kişi- kimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz! Kimseye, ey saygıdeğer kişi, ilham saatinde senin neler yaşadığını sözle olsun, öğretiyle olsun aktaramaz, anlatamazsın! Nurlanmış kişi Buddha’nın öğretisi pek çok şey içermekte, pek çok kişiye dürüst yaşamın, kötülüklerden kaçınmanın yolunu öğretmektedir. Ama, bir şey var ki, bu açık seçik, bu saygın öğretide yer almıyor: Ulu kişi Buddha’nın, yüzbinlerce kişi arasında yalnızca onun yaşantısındaki giz. İşte öğretiyi senden duyunca düşündüğüm ve farkına vardığım şey bu. Bu yüzdendir ki yolculuğumu sürdüreceğim -bir başka öğreti, daha iyi bir öğreti aramak için değil hani, çünkü biliyorum ki böyle bir öğreti yoktur-, tüm öğretilere ve öğretmenlere sırt çevirip hedefime tek başıma ulaşmak ya da bu uğurda ölmek için yapacağım bu yolculuğu” (s. 43) 

         3. Etten ve Kemikten İnsan
        Buddha felsefesini öğrenmekte Siddhartha çok istekli olsa da, kendisi değil de arkadaşı bu arzuyu yerine getirir. “Şimdiye kadar öğrendiğim tek şey, hiçbir şey öğrenemeyeceğim oldu” der. Gerçekten arkadaşı Govinda keşişlikte karar kılar ve ormanda kalır. Aslında Siddhartha babası istemese de, keşiş olmaya karar verir ama sorgulayıcı yanıyla son anda bu işten vaz geçer. Govinda ise arkadaşına takılıp gelmiştir ama o daha çabuk etkilenir ve katılır. Govinda orada verilen her şeyi önemser. Eğitim almaya isteklidir: “Öğrenme denen şey gerçekte yoksa, nerede kalır o zaman duaların kutsallığı, nerede kalır Brahmanların saygınlığı, Samanaların kutsallığı? Yeryüzündeki kutsal, değerli ve saygın şeylerin nice olur hali, ey Siddhartha!” (s. 29). Doğrudur, öğrenmek gerekiyor ama sorgulamak da gerekiyor. Buradan çıkan bir durum sanki iki karşıt kişilik ortaya konulmuştur. “Biliyorsun sevgili dostum, henüz bir delikanlıyken, seninle ormanda çilecilerin yanında yaşarken, öğretilere ve öğretmenlere güvensizlik duymaya, onlara sırt çevirmeye başlamıştım (s. 138). Öğrenmek isteyen ve sorgulamayan Govinda’ya karşı sorgulayan ama şüphe de duyan Siddhartha tipi var. Bu iki kişi günümüz toplumlarını simgeleyen iki temel tip. Örneğin din temelli eğitime razı, her şeyi kabullenen doğu tipine (Govinda) karşı, düşünceleri sorgulayarak tartışan, doğru olduğu zaman kabul eden bilimsel düşünen bir tip (Siddhartha).
  Sorgulyan: Siddhartha
  Kabullenen: Govinda
Toplumlar ya da toplumu oluşturan bireyler yaşamı anlamlı kılmak ve kendisine sunulan her şeyi hemen kabullenmemek için akıl süzgecinden geçirmek ister. Bu günümüzdeki çağdaş toplumla, Batı toplumuyla özdeşleştirilebilir. Anlatıda bu durumu Siddhartha simgeleştirir.
 Bazı toplumlar da kendilerine sunulan her şeyi peşin olarak kabul eder. Sahip olduğu düşünce yapısı sorgulamaya izin vermez. Özellikle “kabullenme” üzerine kurulmuş bir yapı olan dini inançları olan toplumlarda bu durum geçerlidir. Anlatıda bu durumu Govinda simgeleştirir.
          Burada belirttiğimiz iki farklı insan tipinin Siddhartha da farkındadır: “Hayır, gerçekten arayan biri, gerçekten bulmak isteyen biri, hiçbir öğretiyi benimsemeyezdi. Ama aradığını bulan da hangi öğreti olursa olsun, hangi yol, hangi amaç olursa olsun hiçbirinden onayını esirgeyemezdi. Artık onu sonsuzlukla yaşayan, “Tanrısal”ı soluyan binlerce başka kişiden ayıran hiçbir şey yoktu” (s. 111). Açıklanan kişiler bir bakıma Siddhartha ve Govinda’dır. Siddhartha hiçbir öğretiyi benimsemez ve sorgulamayı sürdürür. Govinda neredeyse bulduğu ilk öğretiyi kabullenmiş ve her şeyi kabullenmiştir. İlginç olan bir başka durum da Govinda yığınları, Siddhartha ise az sayıdaki kişileri simgeleştiriyor.
          Siddhartha, kendi gücünü, özgürlüğünü ve sınırlarını çok iyi bilir. Örneğin kendisini filozofların yerine koymaz: “Dünyanın içyüzünü görmek, onu açıklamak, onu aşağılamak büyük düşünürlerin işidir belki. Ama benim için tek önemli şey, dünyayı sevebilmektir; onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hayranlıkla ve huşuyla bakabilmektir” (s. 143). Burada etten ve kemikten bir kişi olduğunu gösterir.
          Govinda’ya da haksızlık etmemek gerekir. Her ikisi de değişim içindeki insanı simgeler. Birisi biraz daha inançlıdır, diğeri sorgulayıcıdır. “Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkâr olamaz” (s. 139). Belki de romanın tümünü bu tümce özetliyor. İnsanlar bir şeyin peşinde koşar, oradan bir yerlere ulaşır ama yine de içinde sorgulamalar sürer. İnsan, doğa ya da nesneler sürekli bir dönüşüm içindedirler. Yaşlı Siddhartha ile yaşlı Govinda’nın söyleşisindeki taş örneği insanın her şeyin bir dönüşüm içinde olduğunu gösterir: Bir taştır, belli bir zaman sonra toprak olacak belki, topraktan bir bitki olarak boy verecek ya da bir hayvana, bir insana dönüşecek. Eskiden olsa derdim ki: bu taş yalnızca bir taştır, değersizdir, Maya dünyasındaki nesnelerden birisidir; ama yaşam çevriminde insana ve ruha da dönüşebileceği için bu taşa da önem veriyorum” (s. 141). O zaman insanın da zaman içinde düşüncelerinin değişmesi normal sayılmalıdır.
          Govinda’ya tümüyle haksızlık da etmeyelim. Her iki birey de bir süreliğine mutlu görünse de sonradan arayışlarını sürdürdükleri ya da sürdürecekleri anlaşılıyor. “[Govinda’nın] yüzünde bir şevk, sadakat, arayış ve ürkeklik ifadesi okunuyordu” (s. 93) Yani arkadaşı iyi bir keşişi olmuş ve iç huzura tam erişemediği de anlaşılıyor. Bir başka yerde kendisinden şu biçimde söz eder: “yaşam boyu her ne kadar tarikat kurallarının dışına çıkmamış, ayrıca genç kişilerden yaşı ve alçak gönüllülüğü dolayısıyla büyük saygı görmüşse de, yüreğindeki tedirginlik sürüp gitmiş, arayışları bir türlü sona ermemişti” (s. 136). Artık öğreti içinde uzun süre kalmış ve yaşlanmış olan Govinda ömrünün son anında bile arayışını sürdürdüğü anlaşılıyor: “Yaşlı olmasına yaşlıyım, ama arayışlarım sona ermedi. Hiçbir zaman sona ermeyecek, anlaşılan benim yazgım bu” (ss. 136-137) biçiminde söz eder.
          Siddhartha mutlu olmak için bir öğretiye bağlı kalmaz. Sürekli bir arayış içinde yaşamını sürdürür. Belki de gerçek yaşam budur. Ama baba bu konuda çok emin değildir: “Ormana gideceksin ve bir Samana olacaksın diye başladı konuşmaya. “Baktın ki ormanda mutluluğa kavuştun, dön gel ve öğret bana mutluluk neymiş. Düş kırıklığına mı uğradın, yine dön gel, yine seninle birlikte Tanrılara sungular sunalım” (s. 21). Aslında keşişlik yaşamı Siddhartha’ya göre değildir. Dostu Govinda’nın söyledikleri her şeyi kabullenmiş bir kişinin yaşamını belirtir: “Biz keşişler yağmur mevsimi dışında yollardayızdır hep, oradan oraya dolaşır, keşişliğin kurallarına göre yaşarız; Buddha öğretisini müjdeler, sadaka toplar tekrar yollara düşeriz. Hep böyle geçer günlerimi” (s. 94). Aslında böylesi bir yaşam Siddhartha’ya çok uygun düşmeyecektir.
          Siddhartha bu tabu şeklindeki dinsel yaşamı kabul etmez şehre gider. Siddhartha aradığını bulamadığı için yoluna devam eder. Ama bu sürede kendisini eğitmiştir. Toplantı yerinden ayrıldıktan sonra şehrin girişinde gördüğü kadından yardım ister. Orada “dünya nimetleri”yle tanışır. Sever, sevilir, para kazanır, şölen sofralarına katılır, zar atıp kumar oynar, çalgıcıları görür, Kamala’nın kafeste beslediği kuşu görür, güzel elbiseler giyer, kumar oynar, güzel kokular sürer. Bunlar dünya nimetleridir. Hatta kendisini sevmeyi öğreten Kamal, son kez Siddhartha ile birlikte olduğu zaman gebe kalır” (s. 88). Ama şehre vardığında Siddhartha’nın yapabileceği neredeyse hiçbir iş yoktur. Kadın Siddhartha’nın mesleğini, özelliklerini, becerileri sorduğunda “düşünebilir, bekleyebilir ve oruç tutabilirim” (s. 63) der. Aslında bu üç eylem de kişinin kendisini terbiye etmesi açısından önemlidir. Gerçekten de başka bir becerisi yoktur. Roman süresince görürüz ki bu özellikler yaşamın birçok aşamasında gereklidir. Karşılaştığı kadın yardımı ile başka meslekleri de olur, yeni alanları da tanır: Ticaret öğrenir, sır tutar ya da okuryazarlığı sayesinde yazışmalar yapar, muhasebe tutar vb.

Budizm: Budizm'in hedefi, hayattaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve bunları gidermenin yollarını göstermektir. Budizm'de öğretilerin ana çatısını meditasyon gibi içe bakış yöntemleri, reenkarnasyon denilen doğum-ölüm döngüsünün tekrarı ve karma denilen neden-sonuç zinciri gibi kavramlar oluşturmaktadır.
           Ruhsal eğitimi bırakarak şehre vardığında bayan Kamala’nın yardımı ile tüccar Kamaswami’nin yanında çalışmaya başladıktan sonra birçok değerini kaybettiğini görür. Tekrar eski değerlerini kazanmak için ormanın yolunu tuttuğunda yolda çok yorulur ve uyuyakalır. Uyandığında “ansızın karşısında birinin oturduğunu gördü, yabancı bir adam, üzerinde sarı giysisiyle başı kazınmış, saçsız, sakalsız, meditasyon halinde bir keşiş” (s. 92) İlginçtir, Siddhartha arkadaşı Govinda’yı ilk anda tanıyamaz. “Govinda yaşlanmış ama yüzü eski çizgilerini koruyor” (s. 93). Benzer şekilde, Govinda da arkadaşı Siddhartha’yı tanıyamıyor. Aynı durum yaşlılık döneminde bir kez daha olur. “Yoksa sen Siddhartha mısın diye sordu çekingen bir sesle. Seni bir kez daha tanıyamadım demek” (s. 137). 

           3. 1. Vedaların Dil Merakı
           Kitapta dil üzerinde ilk çalışmalarda bulunmuş Vedalara yakışır biçimde dille ilgili de görüşler vardır: “Şunu itiraf edeyim ki düşüncelerle sözcükler arasında bir ayrım yapmıyorum. Açıkçası, düşüncelere pek önem verdiğim yok. Nesneler daha değerlidir benim için”. Burada tümüyle çağdaş dilbilimdeki gösterge (fr. signe) ile gönderge (fr. référent) arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’den beri bilinen “dildeki her şeyin gösterge olduğu ve dilsel göstergenin gösteren (fr. signifiant) ve gösterilenden (fr. signifié) oluştuğu”[17] düşüncesi bilinirse, Siddharta’nın burada söyledikleri anlamlı olacaktır. Düşünce denilen dilsel göstergenin gösterilen kısmıdır. Gösteren ile gösterile, dildeki göstergeyi oluşturur. Gösterge tek başına bir anlamı yoktur. O gerçek dünyadaki bir nesnenin yerin kullanılır. O zaman nesne yoksa sonsuz sayıda gösterge üretseniz de bir anlamı olmayacaktır. Ama diğer yandan iletişim için nesnelerin kendisi ile iletişim yapılamayacağından, insan göstergelere de gereksinimi de vardır. Hele XXI. yüzyılda yaşayan birisinin göstergelerle kuşatılmış olduğunu düşündüğümüzde gösterge kullanmadan da yaşanılamayacağını söylememiz gerekiyor.

          Sonuç
         Hint felsefesi tarihsel derinliği olan bir düşünce dizgesidir. Antik Yunan söylenbilimi (fr. mythologie) gibi, arayan herkes her konuda bir yol, yaklaşım, öğreti bulabilir. Siz de benzer bir yolu seçebilirsiniz.

KAYNAKÇA:
EYÜBOĞLU, İsmet Zeki (1990) Tarikatlar ve Mezhepler, İstanbul: Der Yayınları.
GÖKBERK, Prof. Dr. Macit (1980) Felsefe Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
GÜNAY, V. Doğan (2013) Söylem Çözümlemesi, İstanbul: Papatya Yayınları.
HEGEL, Georg Wilhelm Friedrich (2007) Leçons Sur la Philosophie de l'Histoire, Fransızcaya Çeviren: Jean Gibelin, Paris: Edition Folio.
HESSE, Hermann (2017) Siddhartha, Çeviren: Kâmuran Şipal, 41. Baskı, İstanbul, Can Yayınları.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hermann_Hesse (Hermann Hesse maddesi) (26 Nisan 2017)
MALMBERG, Bertil (1972) Les Nouvelles Tendances de la Linguistique, Paris: PUF.
MERİÇ, Cemil (1992) Bu Ülke, 6. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 2.
MERİÇ, Cemil (1993) Jurnal, cilt: 1 (1955-1965), 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 1.
MERİÇ, Cemil (2015) Jurnal, cilt: 2 (1966-1983), 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 3.
NOYAN DEDEBABA, Bedri (1999) Bektaşilik ve Alevilik, Cilt: 11, Ankara: Ardıç Yayınları.
PATTANAIK, Devdutt (2016) Mit ve Mitya. Hint Mitolojisine Giriş, Çeviren: Çiğdem Erkal, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
RENFREW, Colin (Eylül 1996) “Hint-Avrupa Dillerinin Kökenleri”, Çev. Özlem Baykara, Kuram Dergisi, Kitap: 12, İstanbul: Kur Yayıncılık, [3-10].
SAUSSURE, Ferdinand de (1992) Cours de Linguistique Générale, Paris: Payot.


[1] RENFREW, Colin (Eylül 1996) “Hint-Avrupa Dillerinin Kökenleri”, Çev. Özlem Baykara, Kuram Dergisi, Kitap: 12, İstanbul: Kur Yayıncılık, s. 3. [3-10].
[2] MALMBERG, Bertil (1972) Les Nouvelles Tendances de la Linguistique, Paris: PUF., s. 16
[3] MERİÇ, Cemil (1992) Bu Ülke, 6. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 2.
[4] MERİÇ, Cemil (1993) Jurnal, cilt: 1 (1955-1965), 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 1.
[5] MERİÇ, Cemil (2015) Jurnal, cilt: 2 (1966-1983), 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 3.
[6] MERİÇ, Cemil (1992) Bu Ülke, 6. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 2. s. 208.
[7] MERİÇ, Cemil (2015) Jurnal, cilt: 2 (1966-1983), 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 3. s. 179
[8] HESSE, Hermann (2017) Siddhartha, Çeviren: Kâmuran Şipal, 41. Baskı, İstanbul, Can Yayınları, 148 s.
[9] https://tr.wikipedia.org/wiki/Hermann_Hesse (Hermann Hesse maddesi) (26 Nisan 2017)
[10] PATTANAIK, Devdutt (2016) Mit ve Mitya. Hint Mitolojisine Giriş, Çeviren: Çiğdem Erkal, Ankara: Doğu Batı Yayınları, s. 21.
[11] HEGEL, Georg Wilhelm Friedrich (2007) Leçons Sur la Philosophie de l'Histoire, Fransızcaya Çeviren: Jean Gibelin, Paris: Edition Folio, s. 130
[12] EYÜBOĞLU, İsmet Zeki (1990) Tarikatlar ve Mezhepler, İstanbul: Der Yayınları, s. 62.
[13] NOYAN DEDEBABA, Bedri (1999) Bektaşilik ve Alevilik, Cilt: 11, Ankara: Ardıç Yayınları, s. 243.
[14] MERİÇ, Cemil (1993) Jurnal, cilt: 1 (1955-1965), 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Bütün Eserleri: 1. s. 174
[15] GÜNAY, V. Doğan (2013) Söylem Çözümlemesi, İstanbul: Papatya Yayınları, s. 33.
[16] GÖKBERK, Prof. Dr. Macit (1980) Felsefe Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, s.. 25
[17] SAUSSURE, Ferdinand de (1992) Cours de Linguistique Générale, Paris: Payot, s. 99.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?

TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİ OLABİLİR Mİ?

"KOR" FİLMİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME/ÇÖZÜMLEME