YABANCI DİL ÖĞRENİMİ VE GÜDÜLENME
0.
Genel Gözlemler
Merhabalar,
Bizim
gibi eğitimi yazboz tahtasına dönmüş ülkelerde okullardaki dil öğretimi (anadil
ve/ya da yabancı dil), fen ve insanlık bilimleriyle ilgili öğretimler hep
sorgulanır. Her konuşmada ya da yazıda bir bazen sorunlar ortaya konur bazen de
yazan kişi kendi çapında öneriler sunabilir. Eğitim herkesi doğrudan
ilgilendirdiği için herkesin karşılaştığı bir ters durum illa ki vardır. Halbuki
şu kadar milyonluk diye övündüğümüz bir ülkede çok sayıda eğitim fakültesi
vardır ve buralarda hatırı sayılır önemli akademik çalışmalar yapılır. Mutlaka
bu fakültelerde eğitim her alanıyla ilgili çalışan akademisyenler vardır. Ama
kimse onların yazıp çizdiğine bakmaz da, örneğin mühendislik fakültesi mezunu
bir eğitim baklanının söylediklerine inanır. Böyle olunca da sorunları çözmek
değil de, dostlar alışverişte görsün türünden geçici ya da deneme yanılma yollu
eğitim çalışmaları okullarda sürüp gider. Suçlu aramaya gerek yok. Hepimiz
suçluyuz ya da hiç kimse suçlu değil. Sorun o değil. Burada üzerinde
düşünülmesi gereken “öğrenenlerin yaşadığı sorunların nasıl çözüleceği”dir.
Biz
bu çalışmada herkes için önemli bir sorun olan yabancı dil öğretimi ile ilgili
bazı durumları ortaya koymaya çalışacağız. Bu alanda da önceki söylenenler
geçerlidir. Yabancı dil ile ilgili
toplantı, sohbet, makale, kitap ya da bir başka sözlü ya da yazılı etkileşimde,
dil öğrenmenin yararları, getirisi ve götürüsü ile, yabancı dil öğrenmede
karşılaşılan sorunlar ve çözüm önerileri tek tek sıralanır. Kuşkusuz bu
etkinliklerde belirtilen sorunların çoğunluğu doğrudur. Getirilen çözüm
önerileri için de benzer şeyler söylenebilir.
Peki yabancı dil öğretimi ve öğreniminde ne tür
sorunlar vardır? Aranırsa öğretimin her aşaması ile ilgili sayısız sorundan,
olumsuz bir durumdan ya da uygulamadaki eksiklikten söz edilebilir. Örneğin
kültürlerarası etkileşimin olumlu ya da olumsuz yanından, ana dil ile yabancı
dil arasındaki benzerlik ya da farklılıklara[1];
dil öğretilen sınıftaki olan (olması gereken değil) öğrenci sayısından,
öğretmenin bilgi yeterliliği ve donanımına; kullanılan yöntem, araç ve
gereçten, öğrencinin güdülenmesine; öğrencinin geldiği toplumsal katmanından,
uygulanılan eğitim programının amacına değin her şeyde sorun bulunabilir. Daha
belirgin örnek vermek gerekirse, derste kullanılan yabancı dil kasetinden gelen
seslerin anlaşılmaması bir sorundur, seçilen yöntem ile dil öğrenen grubun
beklentisinin çakışmaması bir sorundur ya da kalabalık sınıflarda yabancı dil
öğretmek bir sorundur. Üniversitelerde dostlar alışverişte görsün biçiminde,
YÖK’ün belirlediği 60 saat/yıl yabancı dil dersi için öğrencinin, servis dersi
olarak tanımladığı, bu nedenle peşinen öneminin olmadığını kabul ettiği 2
saatlik yabancı dil dersinin belirgin bir amacının olmaması bir sorundur. Aynı
sınıfta değişik yabancı dil düzeylerine sahip olan öğrencilere, hiçbir şey
bilmiyormuş gibi her seferinde en baştan başlamak bir sorundur. Örnekler
arttırılabilir. Bu sorunlardan birini, birkaçını ya da birden çoğunu ele alan
makale ve kitap yeterince vardır. Her sorun yeterince irdelenmiş ve değişik
çözüm önerileri sunulmuştur. Biz bu konulara fazla girmeyeceğiz.
Ancak yabancı dil öğretiminde kullanılan yöntem ve bu
yöntemler için önerilen araç gereçlerle, özellikle kitaplarla ilgili bir çift
sözümüz var: Yabancı dilde uygulanacak yöntemin ve okutulacak kitabın önemli
olduğunu biliyoruz. Yalnız her yıl değiştirilecek kadar önemli olduğunu
düşünmüyoruz. Özellikle İngilizceyi ele aldığımızda, yabancı dil öğretimi bir
ekonomi sektörü olmuştur. Yani bir kısım girişimci bu alana önemli kaynaklar
ayırmış ve bu alandan kazanç elde etme çabasındadır. Her ne kadar güncelliğini
yitiren resim ve metinlerin güncel olanları ile değiştirmek ve hedef kitlenin
beklentisine göre değişiklikler yapmak gibi eğitimsel yönünden söz edilse de,
asıl sorun ekonomiktir. İlgili yayınevi pazar payını korumak, kullanılmış
kitapların eski kitapçılardan alımını önlemek istemektedir. Üst sınıfa geçen
öğrencilere yeni kitaplar satamayacağından, kitaplarda değişiklik yapmak
gerekmektedir.
Böyle olunca, her yıl aynı kitapların “new”, “nouveau”
örnekleri öğrenciye satılması gereklidir. Elbette bu yeni kitapların değişimine
öncelikle öğretmenler inandırılır. Kapağı kırmızdan maviye dönüşen ve kapağına
“new” yazısı eklenen kitapların özellikleri ve güzellikleri öylesine hoş
anlatılır ki, öğretmen aynı kitabın “new” yazmayanı ile neden İngilizce
öğretemediğine haklı olarak inanır. Öğretmeni derste kullandığı kitabın “new”
yazanı ile değiştirmeye inandırmanın başka yolları da vardır. Ancak o bizim
konumuzun dışındadır.
Sonuç olarak, her yıl yeni bir yöntemin uygulanması,
kitabın kapağının değişmesi ya da kapağa “new” sözcüğünün eklenmesi eğitimsel
bir yan ile ilgili değil, tamamıyla ekonomik bir durumdur.
Bu konuşmamızda, yabancı dil öğrenmek isteyen
öğrencinin güdülenme bakımından nasıl hazır olabileceğini, yabancı dil
öğrenmede bireyin başarması için nasıl bir yol izlemesi gerektiğini, başarı
için kendisinden kaynaklanan ne tür sorumluluğu olabileceğini irdelemeye çalışacağız.
Bir başka deyişle, dil öğrenmek isteyen birey açısından yabancı dil sorunu ele
alınacaktır. Yabancı dil öğretimi değil, yabancı dil öğrenimi ile
ilgileneceğiz. Böyle olunca da, bu çalışmada kullanacağımız öğrenci kavramı
yalnızca üniversite öğrencisini değil, tüm yabancı dil öğrenen kitleyi
ilgilendirecektir.
Aslında konuşmamızın başında belirttiğimiz sorunlar ya
da onlara eklenecek yeni sorunun her birini, bir araştırmanın merkezine alarak
konuyu irdelemek olasıdır. Ancak, bizce yabancı dil ile ilgili çalışmalarda,
incelemenin merkezine alıcı-öğrenciyi koymak gerekir. Bütün amaç öğrenciye
anadil dışında bir dil öğretilmek olduğuna göre, ondan hareketle sorunlara
yaklaşmak ve onun beklentisine göre çözüm önerileri getirmek doğru bir yoldur.
Gerçekte baktığımızda tüm sorunlar öğrenciyle ilgilidir. Bu bazen seçilen
yöntem, dil öğretilen mekan gibi öğrenci dışından gelen bir durumdur; bazen
öğrenciyi ilgilendiren ama kendisinin sorumlu olmadığı kültürel, yaş, toplumsal
katman gibi yanlarla ilgilidir. Doğrudan öğrenciyi ilgilendiren durumlar da
çoktur: Kaygı, korku, engelleme, bilinç altına itme, kendine olan güven, riskli
durumla karşılaştığında sorunu giderebilme durumu, özgüven, öğrenme biçimleri
ve güdülenme bunlardan bazılarıdır[2].
Ancak dil öğrenmede en büyük sorun, ya da çözülmesi gereken şey öğrencinin
güdülenmesi, yani yapacağı şeye inanması ile ilgilidir. O zaman temel sorun
“öğrencinin bir yabancı dil öğrenmesi için onu nasıl inandırmalı, nasıl
güdülemeli ve enerjisini tek bir konu üzerine nasıl yoğunlaştırmalıdır?”.
1. Dil Öğrenimi: Anadilden Yabancı Dile
Anadil dışında, yeni bir dilin iletişim aracı olarak
kazanımı olan yabancı dilin öğrenimi, iki biçimde olmaktadır: Birincisi bir
belgeye sahip olmak için yapılması gereken işler arasında yabancı dil öğrenimi
de vardır. Bu belgeye sahip olmak için ilgili yabancı dil dersini de geçmek
gereklidir. (Burada amacın ne olduğu sorulabilir: Örneğin dersten geçmek mi
yoksa yabancı dili öğrenmek mi?). İkincisi ise, etkinliğin sonucunda böyle bir
belge verilse de, temel amaç bir belgeye sahip olmak değil, o dili öğrenmek
gerektiği için kişinin kendi isteği ile katılacağı bir kurstur. Birincisi için
her türlü eğitim kurumu, ikincisi içinse yabancı dil kursları örnek
verilebilir. Birincisi için belirli yaş gruplarından söz edilse de, ikincisi
için böyle bir sınırlama yoktur. Ama yaş açısından şöyle bir sınırlama her
ikisi için de geçerlidir: Anadil öğreniminden sonra bir yabancı dil öğrenilir.
Yani dil öğrenimindeki sıralama anadil ve yabancı dil biçimindedir. Böyle
olunca da, yabancı dil öğrenimi anadil öğreniminden farklı bir biçimde
olmaktadır. Çocuk, anadilini öğrenmesi ve bir iletişim aracı olarak kullanması
için özel bir programa alınmaz. Onu kendi yaşantısı içinde kazanır. Ama yabancı
dil, kişinin kendi yaşantısı içinde kazanılacak bir şey değildir. Bu bakımdan
yabancı dil öğretimi, belirli bir grup içinde iletişime dayalı ve belli bir
programa göre yapılmaktadır. Kişi, bir yabancı dili öğrenmek için belirli bir
zaman ayırır, bir programı izler ve belirli bir yoğunlaşma içinde bulunur. Bir
bilgisayarın özel şeyleri yapacak şekilde programlanması gibi, öğrenci de
yabancı dille ilgili beklenti ve isteklerini, düşünce ve davranışlarını
programlaması gerekir. Yapacağı bu program, her işte olduğu gibi, bir yabancı
dil öğrenme işine girdiği zaman da ona önemli katkılar sağlayacaktır. Bu da
kişinin beklentisine göre yapılan bir zaman kullanma biçimidir.
Yabancı dil öğreniminde de anadil öğrenimine benzer
yollar önerilir. Örneğin “gerçek öğrenim o dilin konuşulduğu ülkede olur”
görüşü her zaman yaygındır. İlgili ülkede, hem sonradan kazanılacak bir dil
olduğu için belirli bir program izlenir, hem de anadilin öğreniminde olduğu
gibi, toplum içinde koşullar gereği çevreyle etkileşim içinde o dil öğrenilir.
Öğrenme açısından en kalıcı olanı, duruma bağlı olarak gerekli olanı
öğrenmedir. İnsanın hiç kullanmayacağı bir sözcüğü öğrenmede başarısı her zaman
tartışılabilir, ama bir yere gidebilmek için “biletin nereden alınacağını ve
durağın nerede olduğunu” sorması ile birden çok sözcük ve sözdizimsel yapılar
öğrenecektir. Ama herkesin böyle bir şansı yoksa ne yapılacaktı?
2. İnanmak
Kişinin bir şeyi başarması kendi öz güveni ile
ilgilidir. Başarının temelinde öncelikle yapacağı işe inanmak vardır.
Öğrencinin mutlaka başaracağına inanması, dil öğreniminde önemli bir yer tutar.
Her bireyin düşünme ve davranış biçimleri farklıdır. Duyguları, tutumları ve
inançları bakımından kendi öznellikleri vardır. Ama bütün öznel yanları ile
birlikte inanma işi her bireyde vardır. Öğrenme gibi her türlü işi başarmak,
kendi öznel yanları içinde inanma edimiyle doğrudan ilintilidir.
Başarmak için dört temel özellikten söz edilebilir[3].
1. Ne istediğini bilmek, 2. eyleme geçmek, 3. yaptıklarının sonuçlarını fark
etmeyi öğrenmek ve 4. amaçlanan sonuçları alıncaya dek davranışlarımızı
değiştirmeye hazır olmak. Ne istediğini bilmek ve eyleme geçmek, isteğin
doğruluğuna inandıktan sonra olabilecektir. Yabancı dil öğrenimi için, ne
istediğini bilmekte çok fazla bir sorun yoktur. Bu açıktır, yabancı dil
öğrenmek. Bu iş için eyleme de geçilmiştir. Örneğin bir yabancı dil öğrenmek
isteyen kişi ne istediğinin farkındadır ve bir kursa yazılmıştır. Sanıyoruz
sorun son iki öğe üzerinde düğümlenmektedir. Yaptıklarının sonuçlarını fark
etmeyi öğrenmek bilişsel aşamadan edimsel aşamaya geçişi belirtir. Bu düzeyi
görebilmek bir yandan yapılan sınavlarla olabileceği gibi, asıl olarak ilgili
yabancı dili konuşan birisi ile iletişime geçerek olacaktır.
Amaç değişikliğine ulaşıncaya dek davranış
değişikliğine hazır olmak hem inanma edimi ile doğrudan ilintilidir, hem de
kişinin sürekli sorgulaması ve var olan koşullardan çabuk ayrılabilmesi ile
ilgilidir. Bir bakıma kişinin yapısında olan tutucu yönünü kısa sürelerle
atabilmesi, amacına ulaşmada önemlidir denilebilir. Eğer siz bir amaç
belirlemiş ve bunu başarmak istiyorsanız, her türlü davranışa hazır olduğunuzu
göstermelisiniz ve buna kendinizin inanması gerekir. İzlediğiniz yolda hâlâ iyi
gitmeyen bir şey varsa, belki küçük ya da büyük davranış değişikliğinde bulunmanız
gerekebilir. Böyle kolayca söylenmesine karşın, insanın en zor yapacağı
şeylerin başında, alışkanlıklarını (bu öğrenme ya da başka bir şey için de
geçerlidir) değiştirmesi gelir.
Dil öğrenmek de bir gereksinmenin sonucu olmalıdır.
Bir öğrencinin beklentisi ile dersin içeriği uyuşmayabilir. Ya da öğrenci
yapacağı işin doğruluğuna inanmayabilir. Bu durumda, yabancı dili öğrenecek
kişinin kendi iç beklentileri ya da kendisinden bir yabancı dili öğrenmesini
isteyen kişilerce ikna edilmesi gereklidir. Yani kişinin gelecekle ilgili
beklentisi, kendisinin yabancı dil öğrenmesinin zorunlu olduğunu inandırmalı.
Yine anne-babanın çocuğa yaptığı işin doğruluğunu ikna etmesi ile eylemin
gerçekleşmesi ve olumlu sonuç alınması arasında doğru bir ilişki vardır. Bu işi
yapması ya da yapmaması durumunda ne tür durumlarla karşılaşacağını önceden
görebilmesi gereklidir.
Kuşkusuz her birey bir işi kendi gereksinmesi ile
ilgili olarak yapar. Kişiler hedeflerini belirtmek için kendisine sorular
sormalıdır. Yabancı dili hangi düzeyde öğrenmek istediğini ne işe yarayacağını
bilerek öğrenmeye başlaması, yani yapacağı işe inanması başarıya giden yolun
ilk adımıdır. Tatilde işinize yarayacak kadar mı, yoksa bir bilimsel çalışmayı
okuyup anlayacak kadar mı, ya da bilimsel bir yazı yazabilecek kadar mı yabancı
dil öğrenmek istiyorsunuz? Yabancı dil öğrenme gereksinimlerinizi ortaya
koymak, size yapacağınız işte kolaylıklar sağlayacaktır. Kendi gereksinmesini
en iyi ortaya koyma yolu yazarak sorunu tanımlamaktır. İnsan yapacaklarını
gerekiyorsa yazarak önüne koymalı ve bu hedefe göre çalışmasını yapmalıdır.
Zaman zaman ruhbilimcilerin “ne istediğinizi yazın ve kendi kendinize bu işi
yapıp yapamayacağınız sorun” demesi, güdüleyici öznenin (yani kişinin gelecekle
ilgili beklentisinin, anne-babasının, devletin) isteğinin kendi isteğiniz
biçimine dönüşmesini sağlayın anlamına gelir. Bir sorunu yazarak ortaya koymak,
istenilen şey hakkında daha titiz düşünmeyi gerektirecek bir süreci de
beraberinde getirir.
Öğrencinin “kendisinin yabancı dil öğrenmede yetersiz
olduğu” türündeki bir görüş, kişinin başarmak istediği sorunu ortaya koyması ve
başarısızlık olarak nitelediği durumun doğru biçimde tanımlanmamasından kaynaklanmaktadır.
Yani sorunun açıkça belirtilmemesi ve yapılan işin sonucuyla ilgili beklentiye
fazlasıyla inanılmamasına bağlı olarak, yapılan işte başarısızlık vardır.
Yabancı dil edinimi sürecinde, bazı aksaklıkların başarısızlık olarak
değerlendirilmesi, bu biçimde inanılması, sorunları belirleyip üstüne gitme
yerine, doğrudan yabancı dil öğreniminden vazgeçme durumuna geçilmesi inanma
eksikliği ile değerlendirilebilir.
3. Kendini Tanımak
Kişinin kendini tanıyarak, yeteneklerini ve
beklentilerini bilerek ile bir işe başlaması ile başarısı arasında yakın bir
ilişki vardır. Öğrencinin yabancı dil öğrenmesinde seçeceği yol, yöntem ya da
program bir başkası için anlamsız gelebilir. Ama her insan en iyi kendini
tanır. Bu bakımdan bilinçli olarak yapılan bir girişim ya da seçilen yöntem
başarıya ulaşmada en iyi yoldur. Her insan kendine özgü ve sınırlı gerçeklik
bakışı çerçevesinde en iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapar.
Kişi bir işi niçin yapar? Öncelikle şu söylenebilir:
Kişinin bir işi yapması için dışarıdan ya da içerden gelen bir güç, baskı, bir
başka kişi ya da şey vardır. Bu dışarıdan ya da içeriden gelen şey öğrencinin
yabancı dil öğrenmesini isteyen, onu güdüleyen, zorlayan bir güçtür. Bir bakıma
yapılan her işle ilgili olarak bir başka güçten söz edilebilir. Sonuçta içerden
ya da dışarıdan gelen güç ile dil öğrenmek isteyen öğrenci arasında dolaylı ya
da doğrudan bir sözleşme yapılır. Örneğin bir banka, kendi personelinden 10
tanesini Fransızca öğrenmek için kursa gönderir, aile çocuğunun gelecekte daha
rahat para kazanması, dolayısıyla rahat bir yaşam sürmesi için bir dil kursuna
yazdırır. Öğrenci mesleğinde yükselmek için dil öğrenir. Devlet, kişiye lise
diploması alabilmesi için belirli bir süre eğitim görmesini, bu eğitim sonunda
yapılan sınavı başarmasını ister. Bütün bu gizli ya da açık buyurumlar dil
öğrenecek öğrenci ile kendisini yönlendiren üst-özne arasındaki bir anlaşma
olarak değerlendirilebilir. Banka yönetimi, aile, kişinin gelecekle ilgili
beklentisi ya da devlet yukarıdaki örnekte güdüleyici özne konumundadır.
Öğrenci kendisinden daha üst konumdaki güdüleyici
özneden gelen bu isteği yapıp yapmama konusunda kendisini sorgular. Bir başka
deyişle, dil öğrenek isteyen bir kişi, bu işe başlamadan kendisine şu tür
sorular sorar ve olumlu yanıtlar arar: “Ben
yabancı dil öğrenmek istiyor muyum?”,
“bunun nasıl yapılacağını biliyor muyum?”, “bunu yapabilir miyim” ve “bunu
yapmalı mıyım?”. İşte, bu soruların hepsine olumlu yanıt veren bir kişi
başladığı ya da başlayacağı bir işi yapar. Bu iş yabancı dil öğrenimi olabilir
ya da bir başka iş olabilir. Burada sözü edilen dört soru ve buna bağlı olan
dört eylem (bilmek, istemek, yapabilmek, zorunda olmak) yaşam içindeki her
türlü işlevin gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesi ile ilgilidir.
Buradaki dört kiplik göstergebilim kuramında anlatı
izlencesi aşamasında gönderen ile özne arasındaki sözleşmeden sonra, öznenin
kendiini sorgulama aşamasında gündeme gelen kipliklerdir. Anlatısal süreç
denilen aşamada söz konusu olan bu dört kiplik insanın her türlü edimini
gerçekleştirip gerçekleştirmeme konusunda gerekli olan kipliklerdir. Bu koşmak
isteyen birisi için de, yabancı dil öğrenmek isteyen birisi ya da piyano
çalışmak isteyen birisi için de geçerlidir. Bu kipliklerden birisinin eksik
olması durumunda eylem gerçekleşmez. Başka çalışmalarımızda bu konuyla ilgili
ayrıntılı bilgiler bulunabilir[4].
Biz bu dört kipsel yapıyı yabancı dil öğretimi için uygulamaya çalışacağız.
Gönderen karşısında ikna olmak durumunda kalan ya da
kalmayan bir durum öznesi vardır. Gönderenle sözleşmeden sonra tek başına kalıp
kendini sorgulayan özne, işlemci özne olmuştur. İkna olduysa eylemi yapmak için
harekete geçecektir, inanmadıysa bahaneler üreterek eylemi yapmayacaktır. Ancak
bu iki özne arasındaki anlaşmada işlevin gerçekleşmemesi konusunda önemli bir
durum vardır. Bu durum, işlemci özne, yani dil öğrenecek öğrenci, kendi
amaçlarını değil, güdüleyici öznenin (göstergebilimsel kuramdaki gönderen
kavramı) amaçlarını gerçekleştirmekle yükümlüdür. Burada beklenilen, her iki
amacın da aynı doğrultuda olması ya da güdüleyici öznenin amacı, işi yapacak
öğrencinin amacı durumuna dönüşmesi gerekir. Sanıyoruz ülkemizdeki dil
öğrenmede temel sorun buradan çıkmaktadır. Yani öğrenci, güdüleyici öznenin
amacı yerine, başlangıçta güdüleyici öznenin amacı için bir işe girişse de,
daha sonra kendi amacını gerçekleştirmeye tercih ettiğinden, varılan noktada ne
kendi amacı ne de güdüleyici öznenin amacı gerçekleşmemiş olur. Ailesinin dil
öğrenmek için kursa gönderdiği öğrenci-özne, kendisinin okulu asma amacını
gerçekleştirmek durumuna getirmişse, sonuçta ne yabancı dil öğrenilir, ne de
okul asmalar bir sonuç verir. Bu da güdüleyici öznenin amacının işlemci özne
tarafından tam olarak benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle,
öğrencinin yapacağı işle ilgili olarak ikna olmaması bu tür başarısızlığın
temel nedenidir.
Burada işlemci özne, yani dil öğrenecek kişi,
yukarıdaki dört eyleme “evet” yanıtını verememiştir. Belki dört eylemin
hepsinden olumlu sonuç alamayacağından, belki de yapacağı işe inanmadığından bu
tür başarısızlık olabilecektir.
3. 1. Öğrenmek İstemek ya da Öğrenmek Zorunda Olmak
Bir
şeyi yapmak, öncelikle ona inanmak, sonra da o işi istemekle ilgilidir. İstemek
varılacak sonuç açısından önemlidir. Her ne kadar istekle varılacak sonuç, yani
başarmak her zaman örtüşmese de, belirli bir içsel istek olmadan bir eylemi
yapmak zordur, hatta olanaksızdır. Güdülenme de bilinçli bir çabadır. Bilinçli
bir karar almaya götüren bilişsel ve duygusal bir çabayı belirtir[5]. Bu
bilinçli çabayla ulaşılmak istenen fiziksel ve/ya da entelektüel bir amaç
vardır. Öğrenme denilen şey bu türde bir etkinliktir. Öğrenme isteği kişinin
kendisinden gelen, içeriden gelen bir durum olursa başarı artar.
Eğer
öğrenci kendi içsel beklentilerine uymazsa, istek dışarıdan gelecektir. Daha
önce sözünü ettiğimiz, güdüleyici özneden gelecek bir istek, öğrenci
açısından zorunda olmak biçiminde algılanır. Yani istek iki türlüdür: Kişinin
kendi isteği ile güdüleyici öznenin isteği. Güdüleyici öznenin amacı, işi
yapacak özne tarafından benimsenirse, iki istek de tek bir istek durumuna
dönüşecektir. Kişinin, yabancı dil öğrenmesini isteyen kendi gururu,
beklentisi, ailesi ya da devletin isteği ile kişinin isteğinin örtüşmesi
başarıyı getirir.
İnsan bir işi en iyi kendi istediği zaman yapar. Her
insanda bir birey olarak içsel bir hedefe ulaşma güdüsü vardır. Bu hedef ve
ulaşma güdüsü her öğrencide aynı düzeyde olmayabilir. Kişi dışarıdan gelen
isteği kendi içsel süreciyle değerlendirmesiyle olumlu sonuca ulaşır. İnsan neyi,
ne için ve ne amaçla yaptığını sorguladığı zaman daha doğru şeylere yönelir.
Buradan alınacak olumlu sonuç da isteği getirecektir.
3. 2. Öğrenebilmek ve Öğrenmeyi Bilmek
Öğrencinin amacı, olmak istediği ya da beklentisi ile
ilintili görülen bir dürtü, coşku ya da tutkusu vardır. Yabancı dil öğrenmek
için kendi gücünü bilir ve bu işin nasıl olacağı konusunda gerekli bilgileri
alarak öğrenme işine başlar. Her öğrencide bu kiplikler ve kendine özgü düşünme
ve davranma biçimleri vardır.
Bir işi gerçekleştirme bakımından, yalnızca istemek
yeterli değildir. Kişi bu işi yapıp yapamayacağına ve nasıl yapılabileceğine de
karar vermelidir. Yani işe başlamadan kendisinde belirli bir enerjiyi bulmalı
ve amaçları doğrultusunda bir programa kayıt olmalıdır. Başarılı insan,
düşüncelerini ve içsel ve dışsal kaynaklarını nasıl kullanacağını tasarlayan
kişidir. Her insan bir şey yapabilme konusunda “belirli bir enerjiye, yalnızca
fiziksel bir güce ve zindeliğe değil, ayrıca sıradan insanları pes ettiren
bütün olumsuzluklara rağmen, yollarına devem edebilmelerini sağlayacak içsel
bir enerjiye sahiptir”[6].
Bir işe inanarak başlamak, istemek, nasıl yapılacağını bilmek ve kendisinde o
gücü bularak işi başlamak, eylemi olumlu sonuçlandırmakla ilgilidir.
Öğrenmeyi bilmek ve bu işi yapabilmek isteği olsa da
bazen izlenilen program bu işe fırsat vermeyebiliyor. Özellikle okullarda hiç
ödüllendirici yanı olmayan bir program ile dil öğrenmek zordur. Hatta en başta
söylediğimiz dört sorunun son ikisine şans verilmemesinin nedeni öğrencide
değildir. Ne acıdır ki, okul yaşamındaki dil öğrenme çabaları tekdüze ve
sıkıcıdır. Bu durum eğitimin her aşamasındaki yabancı dil için geçerli bir
durumdur. Eğer devletin öngördüğü eğitim sürecinde yaşamı iyi kavrayabilen,
eleştirel değerlendirmeler yapabilen çok kültürlü kişilerin yetiştirilmesi gibi
bir amaçla genelde eğitim, özelde yabancı dil eğitimi yapılabiliyorsa, bu ders
sıkıcı olmaktan kurtarılabilir.
4. Yapmak
Bir işi yapmaya karar vermek ona bağlanmak demektir.
Bilinçli bir şekilde ne yapacağını bilen bir kişi, amacına ulaşmak için
kararlılık gösterir. Herkes karar verme yetisine sahiptir. Bu içsel bir
yetidir. Yukarıda belirtilen yeteneklere ve kipliklere sahip her insan bir işi
yapmaya karar verip onu olumlu biçimde sonlandırabilir.
Dil öğrenme anlık bir iş olmadığına göre, bu iş için
yeterli süre ayırmak gereklidir. Diğer yandan kişinin dil öğrenmesi için
amaçları da ayrılacak süre ve izlenecek program konusunda farklılıklar
getirecektir. Eğer yapılan iş başta konulan programa uygun gitmiyorsa başarısız
olduğu düşünülebilir. Halbuki amaçlanan sonuçları alıncaya kadar davranış
değişikliğine hazır olan bir kişi için başarısızlık değil, sorunları doğru
biçimde ortaya koyamama durumu vardır. Olaylar ya da varılan sonuçlar iyi ya da
kötü değildir. Her şey bir durumdan oluşur. Sınıfta Fransızca öğrenen öğrenci
sıfatlarla adları uyumlu hale getirmiyorsa, bu onun başarısızlığı değil,
yalnızca sıfatlarla adların uyumlu hale getirilmesini bilmediğindendir. Bu
uyumu sağlayarak tümce kuruluşunu öğrenir ve bundan ders çıkararak amaçları ya
da davranışını değiştirmesini sürdürür. Burada öğrenme açısından ilerlemek için
durumdan ya da öğretmenin geri bildiriminden yaralanılmıştır.
Öğrenci her türlü kipliğe sahip olsa da, eğer bir
amacı yoksa dil öğrenmede başarısız olabilir. Yani bir turistik eşya
dükkanında, değişik dilleri konuşan turistlere eşya satmak isteyen bir kişinin
dil öğrenme amacı ile kendi alanında uzmanlaşmak ve kariyer yapmak isteyen bir
kişinin amacı farklıdır. Bu amaçlara bağlı olarak kişilerin dil öğrenmek için
harcadığı zaman ve öğrenilen dilde neyi ne kadar yapılacağı farklılıklar
gösterir.
Yabancı dilde yaptığı işin sonuçlarını fark etmek
önemlidir. Bu sonucu anlamak için değişik yollar vardır. Örneğin okuldaki
sınav, çok sağlıklı olmasa da, sonuçları bilmeye yöneliktir. Yine öğrenilen
yabancı dili, anadil olarak konuşan birisiyle konuşmak sonuçları tanımak
açısından önemlidir. Son olarak da, öğrenilen yabancı dilde bir şey yazmak
önemlidir. Başlangıçta bilinen tümcelerle yapılan yazma etkinliği, daha
sonraları yeni tümcelerle, öğrenilen bilgilerin tümünü kapsayacak biçimde
geliştirilerek sürdürülmelidir. Belki de kişi, öğrenmenin sonuçlarını en iyi
yazma biçimiyle kontrol edecektir.
Sonuç
Sonuç olarak, dil öğrenmek öncelikle bireyin kendi kişisel
tutumlarıyla ilgilidir. Okullarda uygulanan sistemde aksaklıklar olabilir. Ama
insan en kötü bir durumu da kendi amaçları doğrultusunda kullanabilmelidir.
Öğrenci bir çaba göstermedikçe en iyi yöntem de olsa, konuşmamızın başında
söylediğimiz tüm sorunlar giderilmiş de olsa bir fayda sağlamaz.
Yukarıdaki biçimde kendini sorgulayarak dil öğrenmeye
çalışan birisi kendi kimliğini, durumunu, yapabileceklerini daha iyi tanır,
yeniliğe açık olur ve üretici düşünce oluşturmayı öğrenir.
[1] Dil öğretiminde kültürün katkıları
konusunda Bkz. GÜNAY, V. Doğan (2016)
Kültürbilime Giriş. Dil, Kültür ve
Ötesi…, İstanbul: Papatya Bilim Yayınları (özellikle 5. Bölüm’e (5.
Kültürlerarasılık ve Yabancı Dil Öğretimi: 230-265) bakılabilir).
[2] ARNOLD, Jane (2006) “Comment les
Facteurs Affectifs Influencent-ils l’Apprentissage d’une Langue Étrangère?” ELA (Études de Linguistiques Appliquées),
Paris: Klinsieck, No: 144, s. 408 [407-425]
[3] ALDER, Dr. Harry (1998) NLP: Sinir Dili Programlaması, Çev.
Zarife Biliz, 2. Baskı, İstanbul: Sistem Yayınları, ss. 12-14.
[4] GÜNAY, V. Doğan (2002) Göstergebilim Yazıları, İstanbul:
Multilingual Yayınları, ss.95-96.
[5]
MAKLES,
Isabelle (2012) “La Motivation des Élèves lors de l'Apprentissage d'une LVE à
l'École. url: https://dumas.ccsd.cnrs.fr/dumas-00749070/document
(son ulaşım: 21 Aralık 2017)
[6] ALDER, Dr. Harry (1998) NLP: Sinir Dili Programlaması, Çev.
Zarife Biliz, 2. Baskı, İstanbul: Sistem Yayınları, s. 12.
Yorumlar
Yorum Gönder