TÜRKÇEMİZİN GÜNÜMÜZDEKİ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ*
Doç. Dr. V. Doğan GÜNAY**
0.
Genel Gözlemler
Sevgili
dinleyiciler,
İnsanların
ulus olarak yaşayabilmesi ve tarih sahnesinde kendi adıyla varlık
sürdürebilmesi konusunda çeşitli nedenlerden söz ederken, bunlardan birisinin
de kendi adıyla anılan bir dili olduğu söylenir. Hatta bu dil çoğunlukla o
ulusun adına özgüdür. Türkçe Türk’e ait, Fransızca Fransız’a. Durum böyle
olunca anadili koruma ve yaşatma diğer uluslardan önce o dile sahip olan ülkeye
ve o dili anadil olarak benimseyenlere düşer. Yani Türkçenin var olmasını, söz
dağarcığını arttırmasını ya da gelecekte bir dünya dili olarak varlığını
sürdürmesini istemek, bir Macar’dan ya da Kübalıdan önce Türk’e düşer.
Bu
çalışmada “yaşayan Türkçenin sorunlarını, içinde bulunduğu durumu, iletişim ve
bilgi çağındaki yeri ile gelecekteki olası durumu” ele alınacaktır. Bu konuda
neler yapılabilir, Türkçenin öncelikle bir dünya dili olarak varlığını
sürdürmesi ve dünya üzerinde daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için neler
yapılabilir gibi konularda sizinle birlikte görüş oluşturmaya çalışacağız.
Yaşayan
Türkçe denildiği anda herkesin söyleyecek bir sözü olacağı kesindir.
Televizyonda kullanılan dil yanlışlıkları; tabelada anlamsızcasına sırıtan bir
yabancı sözcük ya da tabeladaki sözcüklerin hepsi; ilköğretim, lise ya da
üniversitelerde anadili öğretimi adına yapılanlardaki eksiklik ya da
yanlışlıklar; sokaktaki gençlerin ağzında hiç de bize yakın olmayan bir garip
bir dil, bilimsel anlatımlarda kullanılan çok sayıda yabancı terimlerin
getirdiği anlaşılmazlıklar, hekimin hastasına durumunu belirtmek için yaptığı
açıklamadan, hastanın hiçbir şey anlamaması ve hasta, durumunu kendi anlatımı
ile hekime bir kez daha sorması; avukatın bir dava için yazdığı metinden dava
sahibinin “avukatın kendisini savunup savunmadığı ile ilgili” şüphelerini
giderememesi, reklamlarda kullanılan “cep to cep”ler, “The Marmara Oteli”nin
adı, çetleşmek, meyilleşmek, internet, sörf yapmak gibi yeni bir iletişim
biçiminin dilimize getirdiği bir yığın sözcük... Kısacası bu konuda herkesin
söyleyecek bir sözü, bir çok sorunu ve rahatsızlığı olduğu kesin. Ama şu da
kesin: Hepimiz bu söylenilenlerden rahatsızlık duyarız da, dilimizi kullanırken
birazcık da olsa özen göstermeyiz. Dünyada değişik dilleri konuşan insanlar,
çok sık olarak, dildeki sözcüklerin anlamlarını öğretmek ve doğru
kullanılmalarını sağlamak için hazırlanmış olan sözlüklere bakarken, bizde
kütüphanenin dışında bulunmayan, evlerimizde asla bulundurmadığımız “sözlük”süz
bir yaşamdan rahatsızlık duymayız. Tersine, bu duyarsızlığın bizim en doğal
hakkımızmış gibi düşünürüz. Amerikan sigarası alırız da, yıllık sürdürümü üç
sigara parası olan Türkçenin sorunlarını, doğru kullanımlarını irdeleyen Çağdaş Türk Dili, Türk Dili Dergisi, Anadil
ya da bu konudaki bir dergiyi almayı düşünmeyiz. Adı bize bütünüyle yabancı
olan örneğin “show tivi adını Türkçeleştirinceye kadar izlemeyelim” türü bir
toplumsal eylemi desteklemeyiz, ama amerikanca konuşur gibi Türkçe konuşan
sözüm ona sunucuların, konuşucuların izlencelerini her akşam kaçırmadan
izlemekte bir sakınca görmeyiz. Dilimizi geliştirmek için yeni anlatım
biçimlerini deneyen bir ozanın, yazarın ya da eleştirmenin kitabını almayız,
çünkü orada dilimizin daha güzel kullanımını öğrenme, bir tane yabancı sözcüğün
Türkçe karşılığını bilme ya da yanlış olarak kullandığımız bir sözcüğün doğru
kullanımını öğrenme tehlikeleri (!) vardır. Kısacası hepimizdeki var olan
durumu bir kez daha yineleyelim: Konuşma deyince mangalda kül bırakmayız, ama
eylem deyince yokuz. Eleştirdiğimiz bir şey için kılımızı bile kıpırdatmayız.
1.
Tarihsel Süreç ve
Yorum
Türklerin
tarih sahnesinde görünmesi çok eskilere dayanır. Tarih sahnesinde Türk ismiyle
ilk kez görünmeleri M.Ö. 552 yıllarına kadar gider. Ancak Türkçeye ait ilk
yazılı metin M. S. VII. ve VIII. yüzyıllara aittir[1]. Türklerin
cesur ve savaşçı bir ulus olduğunun hep söylenmesine karşın, dili konusunda
aynı cesareti göstermediğini söyleyebiliriz. Fethetmiş dahi olsa, ilişkide
bulunduğu ülkenin dilinden hep etkilenmiştir. Tarih boyunca belki de hiç bir
ulusun etkilenmeyeceği kadar başka uluslardan etkilenen bir ulus olmuşuz. Bunu
şuradan anlayabiliriz: İlk bilinen abecelerden birisi bize ait Göktürk abecesi
olmasına karşın, dünya üzerindeki belli başlı her abeceyi kullanmışız ve
kullanmaktayız. Talat Tekin "Türk dilinin değişik dönem ve çevrelerde
Göktürk, Soğd, Uygur, Mani, Brahmi, Süryani, Arap, Grek, Ermeni, İbrani, Latin
ve Slav abeceleri gibi 12 abece ile yazılmış ve yazılmakta olduğunu biliyoruz"[2] diyor. Tekin'in
aynı yazısında Soğd, Mani, Brahmi, Süryani, Grek, Ermeni ve İbrani abecelerinin
belirli tarihsel dönemde ve dar bir çerçevede kullanılmış olduğunu, ama geniş
bir sahada kullanılan 5 abecenin kalıcı olduğunu söyler. Şu anda bile Türkçe
konuşulan değişik topluluklarda beş abeceye bağlı olarak geliştirilen 27
değişik abece kullanılır[3]. Buradan
çıkarılacak sonuç şu olabilir: Bir ülkeyi fethetme konusunda her zaman
kararlılık göstermiş olan Türkler, dili ve kültürü konusunda aynı kararlılığı
ve cesareti gösterememiştir. Her zaman başka kültürlerden etkilenmiştir.
Ne
acıdır ki, Türkçe bugünkü yaşadığı sorunların bazen daha fazlasını, bazen daha
azını, ama her dönemde kirlenme, kaybolma ve başka diller karşısında zayıf
kalma gibi sorunları hep yaşamıştır. İlginç olan bir başka şey de dünyada bir
başka dili konuşan bir topluluğun, bizim yaptığımız gibi “Şu Türkçeden ne
çekiyoruz? Türkçe ile ilgili önlem alalım” türü bir yakınmaları olmamalarıdır.
Kısacası Türkler her dönemde etkileşim içindeki ulusun dili ile ilgili sorunlar
yaşamış, ama etkileşimde bulunduğumuz halkın dilinde benzer sorunlar
görülmemiştir. Şunu söylemek sanırım yanlış olmaz: Tarih boyunca, başka dillere
gösterdiğimiz ilgiyi kendi dilimize göstersek, sanırım bugünkünden daha
gelişmiş bir dilimiz olurdu.
Tarihte
hayran olduğumuz dil de değişiklik gösterir: Bu dil bazen Çince olmuş, bazen
Arapça, Farsça, Fransızca. Şimdi ise moda İngilizcedir. Gelecekte ne olur?
Kestirmek zor, ama Arapçanın etkisinin aşağı yukarı bin yıl sürdüğünü
düşünürsek, İngilizce de belki 300-500 yıllık bir dönemi kapsar. Sonra bir
başka dile hayranlık duyarız. Anlaşılan, bu durum hep böyle sürüp gidecek.
Biz
Türkler anadilimiz dışındaki bir dile her zaman hayranlık duyan bir ulusuz
galiba. Acaba bunu hep yaşamak durumunda mıyız? Bugünkü İngilizceye karşı olan
ilgilimizi tarihin başka dönemlerinde başka dillere de göstermişiz. Örneğin
Yahya Kemal kendi döneminde olmuş bir durumu aktarır ki, bu görüşün bugün de
bir çok savunucusu vardır: "Dârülfünûn felsefe müderrisi (Şekip Bey)...
1927'de demiş ki: Tam medeni olmak istiyorsak bir ilim lisanı olmayan ve olması
çok vakte muhtâç olan Türkçeyi bırakalım. Hemen en medeni bir lisan kabul
edelim. En kısa yoldan, bir hamlede bir kaç asır terakkî edebiliriz"[4]. Ağzına
sağlık sevgili müderris Şekip Bey. Rahat uyu. Sen belki Fransızcayı
düşünüyordun, Fransızcayı uyduramadık ama İngilizceyi senin istediğin şekilde
kullanmak üzereyiz.
Halbuki
Şekip Beyden önce, 1876 anayasası hazırlanırken Osmanlı İmparatorluğunun
dilinin Arapça mı, yoksa Türkçe mi olacağı tartışılması sırasında, anadil
olarak bir başka dil önerilmişti. Sultan Abdülhamit, “Arapça güzel lisandır,
keşke eskiden resmi dil Arapça kabul edilseydi... Arapçanın resmi dil olmasını
ben teklif ettim” demişti[5]. Yani
Türkçe dışında bir dil olsun da, hangisi olursa olsun.
Her
ne kadar XVII. Yüzyılda, İngiliz bilgini Francis Bacon felsefe yapmak ve bir
felsefe kitabı yazmak için İngilizceyi yetersiz bulsa da, dikkat edelim,
Bacon’un basit gördüğü, bilim dili olarak kullanılabileceğine inanmadığı
İngilizce bugünkü İngilizce değil. Bu günkü İngilizce, İngiliz toplumunun
sinesinde iğne ile kuyu kazarak, toplumun aydını kendi dilinin gelişmesi için
çaba harcayarak, adım adım ilerleyerek bu günkü zenginliğine kavuşmamıştır.
Aksine bizim bilim dili olmasını istediğimiz İngilizce gökten zembille
inmiştir, yani birazcık dinsel tarafından bile söz edilebilir. Böyle olunca da,
mükemmel bir dil olduğu kesindir. İnsanın bazen “niye benim anadilim İngilizce
değil?” diye sorası geliyor. Ulusça şansız olduğumuz kesin.
Şaka
bir yana, İngilizce bugünkü durumuna birden gelmedi. Aydınının, yazarının,
çizerinin büyük özverileri olduğu kesindir. Bugün bize İngilizceyi dayatanlar,
zamanında kendi dillerinden Fransızca ve diğer dillerden gelen sözcükleri atmak
için önemli uğraşlar vermişlerdir. “Normanların egemenliği dolayısıyla,
İngiltere’de yönetim dili, XIV. yüzyıl sonlarına değin, üç yüz yıl boyunca
Fransızcaydı. Halk arasında yerel bir dil olarak yaşayan İngilizce, ancak ada
siyasal bağımsızlığa yönelirken değişmeye ve yavaş yavaş ulusal dil olmaya
başlar: Okullarda İngilizce 1350'de Fransızcanın yerini alır. 1362’de tüze dili
olarak yasalarda kullanılır. 1399’da ise Kral IV. Henry Parlamento’da ilk kez
İngilizce konuşur”[6]. Yani
gökten zembille indi dediğimiz dil de bir günde oluşmamış ve bu dili konuşanlar
da dillerini yaşatmak korumak için zamanında önlemler almışlardır. Ancak
günümüzde şans onlardan yana. İngilizce son yarım yüzyıl içinde dünyanın en
zengin ve yaygın dili olmuştur.
Tarihimizin
her döneminde Sultan Abdülhamit ve Müderris Şekip Bey’in yolundan gitmeye karşı
çıkanlar da olmuştur. Bugün elimizde Türkçe diye bir dil varsa, bu tiplere
karşı çıkanlar sayesindedir. 1867’de Cevdet Paşa tarihini Türkçe yazmaya
koyulduğunda ve kendisine göre Arapça ve Farsça kuralları atıp bazı sözcükler
türettiğinde “uydurmacı” diye suçlanır. Daha sonra yazdığı Tarih-i Edvâr’ı yazarken önsözünde şunu diyor: “Türkçenin bilim
dili olmayacağını öne sürenlere Türkçenin bilim dili olduğunu ispatladım”[7]. Bunlar da
dilimize güvenenlerin sözleri.
Bugün
Türkçe ilk yazılı belgeleri dediğimiz şeylere baktığımızda, bu belgeler belki
de şu anda elimdeki belgelerin bir benzeri, yani metnin yazıldığı dönemdeki
Türkçenin kaldığı zor durumları belirten belgeler. Dilimize ait tarihi belge
dediklerimiz, Türkçenin şu ya da bu dil karşısında güçlü olduğunu belirten
savunma türü belgelerdir. Alın ilk Türkçe belge olan Orhun ve Yenisel
Anıtlarını: “Üstte gök kubbe çökmezse, senin dilini, senin töreni kim
bozabilir?”. Daha sonra Türkçenin çok ünlü kaynağını görürüz. Divanı Lügat-it Türk. Kaşgarlı Mahmut,
Türkçenin de, Arapça kadar güçlü olduğunu belirtmek için yazar. Anlaşılan o
dönemde de Türkçe üzerinde Arapçanın etkisi varmış. Ali Şir Nevai de Türkçenin
Farsça’dan üstün olduğunu belirtmek için Muhakemetü’l
Lügateyn’i kaleme alır. Bu adlara bir kez daha dikkatinizi çekmek
istiyorum. Bunlar Türk Dil ve Edebiyat Tarihi kitaplarında Türk dilinin ve
edebiyatının ilk yazılı belgeleri arasında adları anılan belgeler ve
kitaplardır.
İslamiyet’in
kabulü ile Arapça, Türkçe üzerinde büyük bir baskı yaratır. Arapçanın Türkçe
üzerindeki etkisi ve zaman içindeki baskısını göstermek için şu örneği vereyim:
“1000 yıllarında yapıldığı uzmanlarca saptanan bir Kuran çevirisinde (Karahan
Türkçesine çevrilmiştir) Türkçeleşme oranı %95’i geçer”[8]. Bu
Türkçeleşme oranı içinde dini terimler (üstdil) de vardır. Kısaca, Kuran’da
geçen 2500’e yakın Arapça sözcüğün 2490’ına Türkçe karşılık bulunmuştur. Bu
çeviri, Türklerin İslamiyet ile ilk karşılaştığı dönemlere ait bir durumdur.
Yani İslam adına bir din olarak değer bulduğu ve Arapça ile özdeşleştirilmediği
bir dönemdir. Bugün ise Kuran çevirisinde Türkçe sözcük oranı %30 civarındadır[9].
Arapçanın
Türkçe üzerindeki etkisinin azaltılması ve kesilmesi, Atatürk’ün önderliğinde
kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti ile olacaktır. 1928 yılında ilk kez daha
kararlı bir biçimde en azından devlet eliyle bu işe el atılır. Bu kurum
1960-1982 yılları arasında deyim yerindeyse altın bir çağ yaşadı. Dilimizdeki
sözcüklerde sadeleştirme oranı oldukça ileri bir düzeye geldi. Bir çok alanda
terimler sözlüğü hazırlandı. “1932-1983 yılları arasındaki çabalarla 102
değişik bilim dalları ile ilgili terim sözlüğü hazırlanmış, aşağı yukarı
100.000 civarında terim açıklamalı olarak karşılanmıştır[10]”. Bu da bilim dili Türkçe için
büyük bir kazanımdır. Yeryüzünde tüm bilimsel kavramlar için günümüzdeki terim
sayısının 900.000 dolayında olduğunu UNESCO yayınları belirtiyor[11]. Yani kaba bir yaklaşımla bilimsel
terimlerin onda biri Türkçeleştirilmiştir.
Bilim
denilen şey aslında bir kavramın adının İngilizce olması değildir. Bu
biliniyor, ama her nedense bir türlü bunu aşamıyoruz. Çağdaş anlamda gelişkin
her toplumun anadili, bilim dili olarak gelişme yeteneğini içerir. Bu nedenle
kavramların anadilden karşılanması bilimsel gelişmeye bir engel değildir. Bizim
sorunumuz değişik bilim dallarındaki kavramların oluşumuna evrensel anlamda
katkıda bulunamayışımızdır. Yani kavrama İngilizce bir ad verince biz bilime
bir katkı yapmış olmuyoruz. Aydın Köksal'ın konu ile ilgili görüşüne
katılıyoruz: "“Evrensel olmalıyız” gibi savunmalar doğruyu her zaman
yansıtmıyor. Örneğin computer sözcüğü
bütün dünyada bilgisayarın adıyken Türkçede başka bir ad kullanılmasının saçma
olduğunu söyleyenlere karşı ben araştırdım, 23 dilde bilgisayar nedir diye.
Sırpçada raçunar, Rusçada vışçisnetelnaya maşin, Fransızcada ordinateur, İspanyoca'a ordenador, Japoncada keisanki, anadiliyle ya da resmi dili
İngilizce olmayan hiç bir yerde computer
sözcüğünün kullanıldığını pek göremezsiniz. Araştırınca benim diyen hiç bir
ulusun öyle yapmadığını görüyorsunuz. Demek ki -bazı sayın profesörler de
içeride- bu eleştiriyi yapanlar, incelemeden, bilmeden konuşuyorlar. Yabancı
dil diye yalnızca İngilizceyi bildikleri için, İngilizcenin de bütün dünyanın tek
bilim dili olduğunu sandıkları için onlara öyle geliyor. Ama bu düşünce çok
yanlış, öyle yaklaşanların hepsi silinir gider. Onların yaklaşımını benimseyen
bir ulus, hiç bir zaman bir merkez ülke durumuna gelemez, kendi öz ekinini
ayakta tutamaz"[12]. Bırakın ekininizi (kültürünüzü),
bize göre, bağımsızlığınızı koruyamazsınız. Köksal’ın eleştirisinde adını
andığı İngilizce hayranları sayesinde, dilimiz her döneminkinden daha fazla
olarak, özellikle İngilizceden gelen sözcükler yoluyla büyük bir bozulma sürecini
yaşıyor. Daha kötüsü yalnızca sözcükler değil, artık sözdizimsel yapılar da
bozulmaya başladı. Bu sözcük alımı yalnızca bilimsel terimler için geçerli
değil, her alanda en geniş bir biçimde kullanılır oldu.
2.
Yaşayan Türkçenin Çözüm Bekleyen Sorunları
Dil
ile düşünceyi birbirinden ayırmak olanaksız. Dil yoluyla düşünürüz. Dil,
düşünceden soyutlanmadığı için, dil öğretimi demek, düşünce öğretimi demektir.
Düşüncenin gücü dilin gücüdür. Dilimiz ne ise düşüncemiz de odur, düşüncemiz ne
ise bilincimiz de o olacaktır. Dildeki sözcük, kavram ya da bir şeyi tam olarak
betimleyebilme sınırlılığı düşünce gelişimini de engeller. Dil biçim, düşünce
ise içeriktir ve içeriğin anlamsal yoğunluluğu biçimin olanaklarıyla
sınırlıdır. Dil, içerdiği her parçanın bütünle, her parçanın bir başka parça
ile bağıntılı bir konum içinde olduğu, kendi işleyiş kuralları içinde devingen
bir dizgedir. Bu dizgenin temel özelliği kendi işleyiş kuralları içinde yapısal
ve kavramsal açıdan sonsuz bir üretkenliği içermesidir. Bu üretkenlik bir
yandan dilin tümce yapılarının anlam boyutunda çeşitli sözcük bileşenleriyle
zenginleştirilmesiyle, diğer yandan da dile yeni sözcüklerin sürekli
katılmasıyla gerçekleşir. “Bir dilin üretkenliği ne oranda değerlendirilmişse,
o dili kullanan toplumun düşünce ve duyarlılık düzeyi de o oranda
gelişmektedir”[13]. Her şey
sözcük sayısı değildir, temel olan dilin anlatım gücüdür. Ama anlatım gücüyle
sözcük sayısı arasında yakın bir bağ vardır.
Bilim
düşünme ile olur. Düşünme ile dil arasında doğrudan ilişkinin olduğunu bir çok
araştırmacı yıllar öncesinden ortaya koymuştur. Anadili yardımı ile insan
düşünebilir. Kendisine ait olmayan bir dil ile düşünmesi zordur. Ama
üniversitelerimizdeki durum bunun tam tersi boyuttadır. Kısacası evrensel olma
kandırmacasıyla önümüze konulan yabancı dil baskısı bizdeki düşüncenin
gelişmesi engellenmektedir.
Türkçenin
bugün en büyük sorunu dil kirlenmesi biçiminde özetlenebilecek, başka dilerden
yerli yersiz giren sözcüklerden kaynaklanmaktadır. Bunlar bir yandan gerçekten
yeni bir bilimsel yayınla girmektedir, diğer yandan ise, yerli yersiz
kullanılan yabancı sözcüklerdir. Öyle ki, her zaman bilinen bir ayakkabının
yanına “shoes” sözcüğü de giriyor. Uzun süredir kullanılan sözcükler artık
değişti. Şimdi herkes “şov” diyor. Gösteri (ya da temaşa) kullanılmaz oldu.
Konuşan kişi konuşmasının önemli olduğunu göstermek için, gereksiz yere
idantifiye etmek, refüze etmek, memory eksik gibi kavramları kullanıyor. Belki
bir bilimsel terimin karşılığı dilimizde olmayabilir (ki bize göre, her bilim
adamı kendi alanındaki terimlerin Türkçe karşılığını karşılığını bulmakla
yükümlüdürler), ancak bilinen sözcüğün yerine ingilizcesini koymak yalnızca
“soytarılık” olarak adlandırılabilir.
Her
nedense bu anadilimizi bir türlü sevememişiz. Halbuki sözünü ettiğimiz Türkçe
öyle çok sıradan bir dil değildir. Örneğin bugün için dilimizin dünyada en
yaygın biçimde kullanılan ilk on dil içinde yer aldığı söylenir. Hangi ölçütü
alırsanız alın, her türlü sıralamalarda, Türkçe ilk 6 ila 11 arasında olacaktır.
Hatta bu dilin diğer bir çok gelişmiş denen dilden oldukça farklı yönleri de
vardır: Örneğin dilin seslerindeki uyum ve musiki bakımından dünyanın en iyi
dillerinden birisi olduğu, yapısı ve işleyişi bakımından çok düzgün olduğu,
ünlüler bakımından en zengin dünya dillerinden birisi olduğu, çok geniş bir
coğrafyada konuşulduğu gibi bir yığın olumlu şeyler sıralanır. Dilimizin
dizgeli ve türetken bir anlatım gücü olduğu söylenir, hatta “insan zekasının
dilde gerçekleşen bir başarısı”[14] olarak
gösterilir. Dünyada en çok sözcük üretmeye elverişli olan dilimizin türetme
olanakları ve gücü, gerek batılı araştırmacılar, gerekse bizim dilcilerimiz
sıklıkla vurgularlar. Örneğin İsmail Hakkı Baltacıoğlu “Türk dili türetme gücü
çok yüksek bir dildir. Hem de bu güç Türk dilini başka dillerden ayıran en
büyük özelliktir”[15] der.
Günümüzde, on milyondan fazla kişi tarafından konuşulan dünyadaki 29 dilden,
sözlü ve yazılı edebiyatı olan 78 civarındaki dillerden birisidir. Tüm
dünyamızda değişik dönemlerde bir devlet dili olabilen dillerin sayısı 118
kadardır[16]. Türkçe
belki de ilk devlet dili olmuştur. M.Ö. III. Yüzyılda Hunların tarih sahnesine
çıktığı dönemde Hun Türkçesi devlet dili olmuştur.
Diğer
yandan şunu da belirtelim. Yeryüzündeki dillerin hiç biri saf durumda değildir.
Az ya da çok başka dillerden sözcük alınır. Yabancı sözcüklerden arındırılmış
bir dil yoktur. Ama bu ödünç sözcük almaların bir sınırı olmak zorundadır.
Dilbilim
bize her dilin sınırsız sayıda sözcük üretme niteliğini taşıdığını
söylemektedir. Türkçe de, bütün bilimsel terimleri karşılayabilecek türetken,
en soyut bilimlerin dahi yapılabileceği bir dildir. Anadilde düşünmek
gerekiyorsa, Türkçenin işlevsel kılınması, bilimsel anlatımlarda kullanılması
gereklidir. Asıl olan bu dilin işletilmesidir.
Yabancı
dille eğitim konusunda ise tam bir koloni ülkesi mantığı güdülmektedir. Eğer
YÖK biraz engeller durumda olmasa, Türkçe eğitim yapan üniversite bulmak
neredeyse zorlaşacak. Benzer durum liselerde de var. Her lise yabancı dille
eğitime geçemeye çalışıyor. Eh, ne demeli, Anadolu Liseleri bu denli gözde
olduğu bir zamanda, yabancı dille eğitim yapan liseleri daha da arttırmak
gerekir. Lisede yabancı dille eğitim yapan bir öğrencinin gideceği yer de haklı
olarak yabancı dille eğitim yapan bir üniversite olmalı. Aslında bu mantığı
sürdürürsek, her şeyin düzlüğe çıkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama burada
yapılması gereken küçük bir ayrıntı unutuluyor. Lisede kimyayı yabancı dille
okuyan bir öğrenciye üniversite sınavında Türkçe kimya sorusu sormak yanlıştır.
ÖSYM’ye önerimiz, yabancı dille eğitim yapan okul öğrencilerine yönelik yabancı
dilde de bir üniversite sınavı uygulanması olmalıdır. Öğrenci bir kavram ya da
durumun İngilizce karşılığını biliyor, belki Türkçe karşılığını bilmiyor. Bu
öğrenciye haksızlık yapılmasın diyoruz. Bir başka ayrıntı olarak da, yabancı
dille eğitim yapan okuldan mezun ve yabancı dille yapılan üniversite sınavına
giren öğrenciye “sen Türkiye’de yabancı dille eğitim yapan bölümler dışında
bölüm yazamazsın. Hatta olası ise, sen eğitimini İngiltere’de sürdürmek
zorundasın” demek gerekir.
Öğretim
dilinin orta ve yüksek öğretimde İngilizce olarak benimsenmesinin,
çocuklarımıza daha iyi bir öğretim yaptırabilmek ve onlara yabancı dil
öğretebilmek için gerekli olduğu aldatmacası, genel eğitim düzeyi iyice
azaltılarak halka sanki zorla benimsetilmiş, Anadolu Liselerinin
yaygınlaştırılması yabancı dille öğretim veren yüksek öğretim kurumlarının
özendirilmesi için yoğun çaba gösterilmiştir. Bu da yukarıdaki söylediğimiz
dil-düşünce, düşünce-bilinç bağlamında değerlendirildiğinde sonuç oldukça
rahatsız edici olduğunu görebiliriz. Kontrol altında yapılmayan, başıboş bir
biçimde yapılan yabancı dil öğretimi ve toplumda gereksiz kullanımı, anadilin
kendine özgü kullanımını bozar, halk ile aydının birbirini anlayamaz duruma
getirir, ve asıl önemlisi her şeyi bir başka dilden almak olduğundan anadildeki
yeni sözcük türetimini ve anadilin zenginleşmesini engeller.
Türkiye’deki
yabancı dil, daha doğrusu İngilizce konusunda radikal bir önerimiz var: Bir
yetkili (devletten ya da bu konuda kendisini yetkili kılan bir kurum, ya da
müderris Şekip beyin ağzından da söyletilebilir) halkın karşısına çıksın ve:
“Atatürk’ün çobanlara dahi İngilizce öğretmek için gelen İngilizleri ülkemizden
kovması bir yanlışlıktı. Bu konu geç de olsa düzeltildi. Bu günden sonra
devletin resmi dili İngilizcedir. Resmi parası da Pound’dur” desin. Böyle bir
açıklamadan sonra bizim bu tür anlamsız toplantılarımıza ve konuşmalarımıza
gerek kalmaz. Ayrıca dilimizi koruyalım, onu zenginleştirelim diye bir derdimiz
de olmaz. İngilizler bunu yeterince yapıyorlar. Bu açıklamadan sonra tarladaki
işçisi dahi İngilizce bilen Hindistan ve Pakistan gibi ülkelere heyetler
gönderip, İngilizceyi bırakıp kendi anadilleri Urduca ya da Hintçeye dönmeye
çalışmalarının ne denli yanlış olduğunu anlatabiliriz. Bizim bu konuda geç de
olsa yanlışlığı fark ettiğimiz ve bunu nasıl düzelttiğimizi onlara ayrıntıları
ile anlatmalıyız. Hele, kendi dilini konuşabilmek için İngiltere krallığından
ayrılmak isteyen Galler ülkesine belki tüm Türkiye olarak gidip yaptıklarının
çok yanlış olduğunu kesinlikle söylememiz gerekir.
Bu
düşünceler bir abartma gibi görünebilir. Ama şu andaki dil kirliği böyle
giderse bir yetkilinin açıklamasına da gerek kalmadan, yukarıda söylenen durum
kendi kendine gerçekleşecek. Nasıl mı? Bugün NASA uzay çalışması için on beş
bin dolayında sözcük üretti[17],
bilgisayar ile ilgili üretilen sözcükler konusunda yirmi binler sayısı
dolaşmaya başladı. Yukarıda belirttik, bilimsel terimlerin sayısı 900.000’i de
geçti. Bilim öylesine hızla ilerliyor ki, her gün sayısız yeni kavram
tanımlanıyor, sayısız yeni adlandırmalar yapılıyor. Eğer siz bu sözcüklere
karşılık bulmadan bilgisayar eğitimine başlarsanız, onun üzerine bilim yapmaya
çalışırsanız, dilinizde yirmi bin İngilizce sözcük olacak demektir. Bir gün
kazara uzay çalışmalarına da ilgi duydunuz, etti otuz bin sözcük. Her yeni bir
bilim alanından gelecek yabancı terim sayısı ile sonucu şimdiden görebiliriz.
Bunların abartma olduğunu düşünenler var ise, tıp, mühendislik ya da uygulayım
ile ilgili bir “Türkçe” kitabı alsın, içindeki Türkçe sözcükleri arasın. Fazla
bir şey bulamayacak: “ve, melidir, belki, eğer, dır, sahiptir” gibi birkaç
sözcükle karşılaşacak. İngilizce eğitim yapmak isteyen lisenin müdürüne ya da
Üniversitenin rektörüne, dekanına ya da bölüm başkanına da hak vermek gerekir.
Üç beş sözcük için Türkçe eğitim yapıldığını söylemek ayıp olduğundan,
bırakalım “and, can, perhaps, if, be, have” sözcüklerini de kullanıverelim.
Bütün korumaya çalıştığımız bu üç beş sözcük mü? Doğru söze ne demeli?
Yirmi
birinci yüzyıl için bilgi çağı diyorlar. Kitleler arası etkileşim insanlığın bu
güne değin geçirdiği aşamaların tümünden daha fazladır. Çağımızın geçerli
durumu, kabul etsek de etmesek de bizi de ilgilendirir, bizi de etkiler.
Ülkemiz yüzyılımızdaki bu etkileşimden kurtulamaz. Her durumda çevremizde olup
bitenler bizi de ilgilendirecek. Ülkemiz dünyaya kapalı kalamaz. Bilgiye
ulaşmak gerekir. Bu doğru, ancak bilgiye ulaşmak için araya engeller koymayalım.
Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak için bir toplumun kendi kimliğinden
vazgeçmesi gerekmez. Yeryüzünde bu yola başarı kazanmış bir ulus yoktur. Çağlar
boyunca bilimde, teknikte ileri olan toplumlar bizim gibi bir başka dilin
egemenliği altına girerek bu işi yapmaya kalkışmamıştır. Tersine anadilleri ile
kalkınmışlardır.
Bugün
bir çok bilim dalımızda tamamına yakını Türkçe olan terimlerle bilimsel
çalışmalar, araştırmalar yapılabilmektedir. Örneğin oldukça soyut ve terimi çok
fazla olan dilbilimi ele alalım. Dilbilimcilerin tamamına yakınının kullandığı
bir dilbilim terimleri vardır ve araştırmacılar bu terimleri kullanarak
araştırmalarını yapmaktadırlar. Yine bilişim ve bilgisayar bilimlerinde
önemsenmeyecek bir Türkçeleştirme durumu mutluluk vericidir. Aydın Köksal, 27
yıl içinde bilgisayarla ilgili 1200 terim önerdiklerini belirtiyor[18]. Şu anda
kullandığımız bir çok terim bu özverili adamların çalışmasının sonucu. Hatta
Köksal, “yazılım, donanım, kaynak, derleyici, yükleme, bellek, komut, giriş-çıkış
komutları” gibi sözcüklerin 1966 yılında dilimize kazandırdığını söyler[19]. Aynı
yazıda Amerikan IBM firmasınca kullanılan 12.000 bilgi işlem terimin tamamının
bugün Türkçeleştirildiğini öğreniyoruz. Bunlar dilimiz açısından çok
sevindirici şeyler kuşkusuz.
Yaşayan
dillerin sayısı, o dilleri konuşan halkın yok olmasıyla, o dillerle ilgili
kültürün egemen diller içinde kaybolmasıyla, o dilin kendine ait bir abecesinin
olmamasıyla kesin bir biçimde azalmaktadır. Günümüzün moda sözcüğü
“globalleşme”nin ileride bize getireceği/götüreceği konusunda ağzı laf yapan
batı dünyasının gelecek bilimcileri (fütüroglar), gelecek yirmi yıl içinde
dünyada on, on beş dilin kalacağını söylüyorlar. Yani yerel dillerin ve
kültürel alt yapısı olmayan küçük dillerin yok olacağını söylüyorlar. Kalacak
bu dillerin hangisi olacağı ve adları önemli değil. Ama bilim, sanat, felsefe,
yazın alanında yeterli anlatım gücüne sahip olan dillerin kalacağı kesin. Dil
kültürün aynası olduğu hep söylenir. İşte burada da anadildeki birikimin,
anadildeki kültürün önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
3.
Yabancı Dil Eğitimi / Yabancı Dille Eğitim
Öncelikle
iki durumu birbirinden ayırmak gerekiyor: Yabancı
dil öğretimi ile yabancı dille eğitim
farklı kavramlardır. Birinci kısma kimsenin itirazı yoktur. İletişimin bu denli
yaygın olduğu bir dönemde herkesin birden çok dil öğrenmesi gerekli görünüyor.
Belki öğretilecek yabancı dil konusunda ve yabancı dil öğrenecek hedef kitlenin
beklentisi konusunda eleştirilebilecek ya da yapılacak yeni öneriler olabilir.
Ama sorun, tarihimizin hangi döneminde olursa olsun yabancı dilin, eğitim
diline dönüşmesinden kaynaklanıyor. Yabancı dille eğitim ancak sömürge
ülkelerinde görülebilecek bir durumdur. Dünyada siyasi bir sömürge olmadığı
halde, yabancı dille eğitim yapan tek ülkenin Türkiye olması ulusumuz açısından
onur kırıcı bir davranıştır. Bir başka ülkenin dilini bilim dili olarak almak,
ancak ulus olamamış kabilelerden oluşmuş küçük Afrika devletleri ve adacıklar
için geçerli olabilir. Türk tarihi ve Türk hukukunun İngilizce anlatılması ne
demektir bir düşünün. Bu da bize siyasi yönden bağımsız olmamıza rağmen, henüz
kültürel bağımsızlığımızı tam olarak kavuşamadığımızı göstermektedir. Dil
kültürün aynası olduğuna göre, kültürel bağımsızlık için dilde bağımsızlık
gereklidir.
Avrupa
Konseyi'nce hazırlatılan bir raporda orta eğitimi ile ilgili şu tür bir saptama
yapılıyor: "Hemen hemen bütün ülkelerde en önemli dersler anadil,
matematik ve yabancı dillerdir. Gerçekte öbür dersler bu üç "dil"e
dayanmaktadır: Matematik, fen derslerinin dilini oluşturmaktadır. Yabancı
diller ulusların anlaşılması yolunu açar. Anadili ise, bir karşılıklı anlaşma
aracıdır ve anadili olmadan öbür genel bilim dallarının anlaşılıp kavranmasına
olanak yoktur"[20]. Ülkelerin
temel eğitim programında, buradaki şekliyle söylersek, bu üç dilin öğretimi
önemli yer tutar. Matematik öğretiminin sorunu buradaki konunun dışındadır.
Bizi ilgilendiren anadil ve yabancı dil ikilemine dayanır. Anadil eğitimi
neredeyse savsaklanarak yapılırken, yabancı dil için her türlü seferberlik
yapılmaktadır. Daha sonra da genç beyinler anadilin gereksiz bir ders olduğu
yönünde bir görüş oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerde anadil eğitimine çok büyük
önem verilir. Çünkü anadili ve kişilik gelişimi arasında çok büyük bir yakınlık
vardır.
Yabancı
dil öğrenmeye bir de şu yönden bakalım. Bir kimsenin anadili yanında eğitim
yapacak kadar bir başka dili öğrenmesi en az 5 yıllık bir süre gerektirir (Bu
dil öğretimi anadilin yanında yapıldığı durum için geçerlidir). Bu da yeni bir
şey öğrenecek öğrencinin en verimli çağından çalınmış bir zaman değil midir?
Eğer çocuk anadilinde eğitimini yapsa, bu zamanını da yeni ve daha çok şey
öğrenmeye harcayabilecektir. Bir başka dili öğrenmek için harcanan zaman
öğrenme, düşünme ve dilimizde yaratmaya ayrılsaydı sanıyoruz bugün her türlü
bilimsel düşünceyi dışardan almazdık.
4.
Sonuç ve Öneriler
Herkesin
bildiği sonuç belli. Dilimiz zenginleştirilsin, sözcük türetilsin, bilim dili
yazın dili, sanat dili olan bir Türkçeye sahip olalım. Türkçemizdeki dil
kirlenmesini önleme ve dilimizi bilim, sanat, edebiyat, felsefe ve uygulayım
(teknoloji) dili yapma konusunda gereken çabanın gösterilmesi, bütün Türk
milletine düşen ilk görevdir. Yabancı dil amaç ve moda olmaktan çıkarılmalı,
bilime ulaşabilmek için bir araç olmalıdır. İsteyen herkese yabancı dil
öğrenmesinde yardımcı olunmalıdır. Ancak bilim, sanat, yazın, teknik ve felsefe
dili Türkçe olmalıdır. Her türlü bilimsel, teknik ve hekimlik çalışmalarının
kendi dilimizde de yapılabileceğine, diğer milletlerden önce kendimizin
inanması gerekmektedir. Konuyla ilgili birkaç öneri şunlar olabilir:
Sözlük, Dilbilgisi Kitapları: Dilimizle
ilgili belirli sayıda sözlükler var. Türkçe
Sözlük, Okyanus 20. Yüzyıl Ansiklopedik Türkçe Sözlük, Tarama Sözlüğü, Derleme
Sözlüğü. Ama daha düzgün ve kapsamlı bir sözlüğün hazırlanması gereklidir.
Siyasal kaygılardan uzak olarak, var olan tüm sözlüklerden yararlanarak,
dilimize ait kapsamlı bir sözlük hazırlanmasında yarar vardır. Bu sözlük,
kökenbilimsel araştırmalar, eş ve karşıt anlamlar, deyim olarak kullanımlarını
içermelidir. Resimli sözlükler, ansiklopedik sözlükler arttırılmalıdır.
Türk Dil Kurumu: TDK, daha
önceki işlevini artırarak sürdürmelidir. Dildeki yozlaşmayı önlemede, yeni
terimler üretmede yardım ve öncülük etmelidir. Eğer yöneticiler yapamıyorsa,
görevi yapabileceklere bırakmalıdırlar.
Kültür: Türk kültürüne ait geleneksel
değerlerimiz korunmalı ve geliştirilmesine devlet olarak katkıda
bulunulmalıdır. Ticari bir zihniyetle kültür politikası oluşturulmamalı.
Yabancı kültürlerin Türk insanının kimliğini değiştirecek boyuttaki etkisi
mutlaka önlenmelidir. Aksine her türlü kültür birikimimiz dış ülkelerde en
geniş boyutta tanıtılmasına yardımcı olunmalıdır.
Türk
kültürünün her yanında görülen, yabancı kültürlerden kaynaklanan, kültürel
yozlaşma önlenmelidir. Türk sanatını geliştirmeye yönelik çalışan her sanatçıya
destek verilmeli, televizyonlarda ve sinemada gösterilen yabancı film ve dizi
film konusunda kısıtlama getirilmelidir. Sinema ve televizyonda gösterilen her
yabancı filmden belli bir miktar para alınmalı ve bu paralar Türk sinemasının
güçlenmesinde kullanmalıdır. Yine televizyonlarda Türk filmleri ve dizi
filmlerinin gösterilmesi teşvik edilmeli, yabancı filmler ve dizilerin % 60'ı
kendi orijinal dillerinde gösterilmeli, dublajı yasaklanmalıdır.
Bu
günlerde sıklıkla sözü edilen “Türk sineması öldü, Türk sineması diye bir şey
yok” tür yakınmalar, böyle bir düzenleme ile yok olabilecektir. Yani yabancı
bir film izleyen her seyirci, istese de istemese de, Türk sinemasının
gelişimine katkı sağlamalıdır. Unutulmamalıdır ki kültür ne yalnızca bilimsel
dildir, ne edebiyat, ne resim, ne heykel, ne sinema, ne şu, ne bu. Kültür
hepsidir.
Türkçe öğretimi ve Türk Kültür
Merkezleri: Türkçemizin dünyanın altıncı büyük dili olduğuna öncelikle
kendimiz inanmalıyız. Bu konuyla ilgili olarak dış ülkelerde Türk Kültür Merkezleri açmalıyız. Bu
merkezlerde, iç politik kaygılardan uzak, işin ehli kişileri görevlendirip;
Türk dilini, kültürünü, sanatını ve Türk uygarlığını en iyi şekilde
tanıtmalıyız. Buralarda iyi kütüphaneler kurmalı, filmler gösterilmeli ve asıl
önemlisi de Türkçe öğretilmelidir.
Türkçe
yaygın öğretim dili olarak benimsenmelidir. Avrupa topluluğu ile bütünleşecek
olan bir Türkiye’nin dili Avrupa genelinde öğretilen anadillerden birisi
olacaktır. Belirli bir standartlaşması olacak ve çok yaygın bir biçimde
öğretilecektir. Daha önce de söylediğimiz gibi bu dili tanıtmak, savunmak ya da
geliştirmek bizim temel ve asıl görevimiz. Yüzyılımızda tüketici (bir dili
öğrenmek isteyen) sizin ayağınıza gelmiyor. Üretici (dili öğretmek isteyen
ülke) tüketicinin ayağına gidiyor. Elbette yabancı dil olarak Türkçeyi
öğrenecek kişiye sunulabilecek birden çok seçenekli dil öğrenme kitapları
sunmak gerekiyor. Ne acıdır, bu konuda dilimiz yabancılara öğretecek kitaplar
yok. Birden çok yöntemle hazırlanmış bu türden değişik kitaplara gelecekte
fazlasıyla gereksinimimiz olacaktır. Bu tür çalışmalar şimdiden
başlatılmalıdır.
İnternet: Doğru,
internetle birlikte İngilizce oldukça yaygın kullanılıyor, ama bu alanda da
Türk olarak varlık göstermemiz gerekiyor. Eğer bilginin gelecek dönemde bu
şekilde yayılacağı kestiriliyorsa (ki doğrudur), bunun önlemini şimdiden almak
gerekir. Sonra bugünkü Türkçe kullanımı konusunda vurdumduymazların yaptığı
“Ama bu sözcük dilimize yerleşmiş. Onu atamazsınız” türü yakınmaların önüne
geçilemez. Daha bugün “meilleşmek, çetleşmek” türü anlatımlar dilimize
yerleşmiş durumda. Tam yerleşmeden Türkçe karşılıklarını bulmazsanız, bir dönem
Arapça sözcüklere karşılık bulma gibi, daha sonraları bunlara karşılık bulmaya
çalışırsınız.
Kuşkusuz
internetle ilgili sorunlar yalnızca sözcük düzeyinde değildir. Türkçe web
sayfalarının geliştirilmesine ve Türkçe yazıların çoğalmasına öncülük
edilmelidir. Bu da Türklerin oluşturacağı ve geliştireceği arama motorları
sayesinde olabilecektir. Bu alanda, teknoloji değil, yalnızca izlence (fr.
programme) düzeyinde yapılabilecek bir çok şeyin olduğu söylenebilir. Örneğin
bize ait arama motorları olabilir, var olanlar daha da geliştirilebilir.
Fransızların en gelişmiş arama motoru CNRS’e (Ulusal Bilimsel Araştırmalar
Merkezi) ait. Bizim için de TUBITAK böyle bir öncülük yapabilir.
Toplumların
dil konusundaki duyarlılıklarını bildiklerinden, yazılım izlencesi hazırlayan
firmalar anında birden çok dile çevrilmiş biçimlerini de piyasaya sürüyorlar.
Bir çok yazılım izlencesinin ya da arama motorlarının değişik dillerdeki
kullanımı varken, büyük bir Pazar durumundaki Türkiye’ye yönelik Türkçeleri
yok. Alın Yahoo, Altavista arama motorlarını. İngilizce, Fransızca, Almanca,
İspanyolca, hatta 4 milyonluk Norveç halkı için Norveççe çevirileri var. Ama
Türkçe çevirisi yok. Nedeni belli. Bizim Türkçe konusunda bir ısrarımız yok.
Biz İngiliz’den daha çok İngilizcesini istiyoruz. Hatta Avrupa topluluğundaki
dil savaşlarını düşünürsek, belki bir gün İngilizler bize madalya bile
verebilir.
Yukarıda
sözünü ettiğimiz biçimde internet ortamında erişilebilecek Türkçe metinlerin
arttırılması gerekir. Türkiye’de bulunan bir kurum, şirket ya da topluluğun web
sayfasının öncelikle Türkçe olarak hazırlanması yasa ile zorunlu kılınmalı.
İlgili kuruluş isterse başka dillerde de hazırlayabilir. Ama mutlaka Türkçe
anlatan bölümü olmalıdır.
Son
olarak da yeni olanaklardan her zaman daha fazla yararlanma yoluna
gidilmelidir. Yeni iletişim biçimi yararlanarak, dilimiz tüm dünyaya açmamız ve
öğrenmek isteyenlere kolaylıklar sağlamamız gerekir. Türk Dil Kurumu kar amaçlı
bir kurum değildir. Bu nedenle internet ortamında kullanılabilecek bir sözlüğü
kullanıma açmalıdır. Yine internet aracılığı ile isteyene sınırsız ve bedava
Türkçe öğretimi yoluna gidilmelidir. Yani bir Pakistanlı, İsviçreli, Nijeryalı
ya da Bolivyalı da Türk Dil Kurumunun sitesine girip Türkçeyi öğrenmesine
yardımcı olunmalıdır. Dünyada bunun örnekleri çoktur.
Sonuç
olarak, Türkçenin gücüne, bir bilim, sanat, yazın, felsefe ve uygulayım dili
olduğuna, evrensel bir dil olarak dünyanın her yanında öğretilebileceğine,
herkesten önce biz inanmalıyız.
*
Bu bildiri, 2 Aralık 2000 tarihinde Yazarlar Birliği İzmir Temsilciğince
düzenlenen Doğada ve Dilde Kirlenme
adlı panelde sunulmuştur. [Yayın: GÜNAY, V. Doğan (2001) “Türkçemizin
Günümüzdeki Sorunları Ve Çözüm Önerileri” Anadili Dergisi, İzmir: AÜ
TÖMER İzmir Şubesi yayınları, sayı: 23, ss.7-19]
**
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Fransız Dili Eğitimi Anabilim
Dalı 35150 Buca İzmir (dogan.gunay@deu.edu.tr).
[1]
AKSAN, Doğan (1979) Her Yönüyle Dil, Ana
Çizgileriyle Dilbilim, cilt: I, Ankara: TDK Yayınları, s. 94.
2 TEKİN, Talat, Prof. Dr. (Ekim 1978) "Tarih Boyunca
Türkçenin Yazısı" in Ulusal Kültür,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Sayı:2, Ankara, s.17.
3 Sürekli Türk Dili
Kurultayı, (konuşmalar ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1992, s.1.
4 Aktaran AKSOY,
Prof. Dr. Ekrem (1990) "Fransızcanın Türkiye Serüveni ve
Düşündürdükleri" Frankofoni,
Ortak Kitap No: 2, Ankara: Şafak Matbaası, s. 10.
5 Aktaran KÖKSAL,
Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim
Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları, s. 45
6 KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara:Dil Derneği Yayınları, s. 40
7 Sürekli Türk Dili
Kurultayı, (konuşmalar ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1992, s.194.
8 ÖZAKINCI, Cengiz (1994) Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, İstanbul: Bellek Yayınları, s.
11.
9 ÖZAKINCI, Cengiz (1994) Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, İstanbul: Bellek Yayınları,
s.13.
10 KÖKSAL, Aydın (1983) “Elli Yıl Boyunca Türk Dil Kurumu
Terim Kolu Çalışmaları” Türk Dili,
cilt:XLVII, 1983, s.269-278. SANKUR, Bülent (1987) “Bilim Dili Olarak Türkçe ve
Terimler”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe
içinde, Ankara: Dil Derneği Yayınları, s. 30.
11 KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara: Dil Derneği Yayınları, s. 42
12 AYDIN, Özgür, (Haziran 1996) "Prof. Dr. Aydın
Köksal ile Türkçe Terimler ve Eğitim Dili Üzerine Bir Söyleşi" in Dil Dergisi/Language Journal, Sayı:44, Ankara: A.Ü. TÖMER Yayınları. s. 36.
13 YÜKSEL, Ayşegül (1987) “Türkçenin Eleştiri ve Çeviri
Dili Olarak Üretkenliği”, Bilim Dili,
Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları, s.57.
14 ÜNLÜ, Şemsettin (1987) “Roman Dili”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara:Dil Derneği Yayınları, s.64.
15 BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı (1974) “Türkçe Niçin Klasik
Dildir?” Dil Yazıları II, Ankara:
TDK yayınları, s.74.
16 HENGİRMEN, Mehmet (1995) Türkçe Dilbilgisi, Ankara: Engin Yayınları, s.19. ONG, Walter J.
(1995) Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev.
Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları, s.19.
17 KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara: Dil Derneği Yayınları, ss. 41-42.
18 Sürekli Türk Dili
Kurultayı, (konuşmalar ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1992, s.52.
19 KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara: Dil Derneği Yayınları, s. 49.
20 MARSHALL, Julia (1994) Anadili ve Yazın Öğretimi, Avrupa Devletleri Müfredat Programlarının
İncelenmesi- Uygulanan Yöntemler, Çev. Cahit Kulebi, 3. Bası, İstanbul:
Çağdaş Yayınları, ss. 14-15.
KAYNAKÇA
AKSAN, Doğan (1979) Her
Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, cilt: I, Ankara: TDK Yayınları.
AKSOY, Prof. Dr. Ekrem (1990) "Fransızcanın Türkiye
Serüveni ve Düşündürdükleri" Frankofoni,
Ortak Kitap No: 2, Ankara: Şafak Matbaası.
AYDIN, Özgür, (Haziran 1996) "Prof. Dr. Aydın Köksal
ile Türkçe Terimler ve Eğitim Dili Üzerine Bir Söyleşi" in Dil Dergisi, Sayı:44, Ankara: A.Ü.
TÖMER Yayınları.
BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı (1974) “Türkçe Niçin Klasik
Dildir?” Dil Yazıları II, Ankara:
TDK yayınları.
HENGİRMEN, Mehmet (1995) Türkçe Dilbilgisi, Ankara: Engin Yayınları.
KÖKSAL, Aydın (1983) “Elli Yıl Boyunca Türk Dil Kurumu
Terim Kolu Çalışmaları” Türk Dili,
cilt:XLVII, 1983.
KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara:Dil Derneği Yayınları.
MARSHALL, Julia (1994) Anadili
ve Yazın Öğretimi, Avrupa Devletleri Müfredat Programlarının İncelenmesi-
Uygulanan Yöntemler, Çev. Cahit Kulebi, 3. Bası, İstanbul: Çağdaş
Yayınları.
ONG, Walter J. (1995) Sözlü
ve Yazılı Kültür, Çev. Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları.
ÖZAKINCI, Cengiz (1994) Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, İstanbul: Bellek Yayınları.
SANKUR, Bülent (1987) “Bilim Dili Olarak Türkçe ve
Terimler”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe
içinde, Ankara: Dil Derneği Yayınları.
Sürekli Türk Dili
Kurultayı, (konuşmalar ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1992.
TEKİN, Talat, Prof. Dr. (Ekim 1978) "Tarih Boyunca
Türkçenin Yazısı" in Ulusal Kültür,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Sayı:2, Ankara.
ÜNLÜ, Şemsettin (1987) “Roman Dili”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları.
YÜKSEL, Ayşegül (1987) “Türkçenin Eleştiri ve Çeviri Dili
Olarak Üretkenliği”, Bilim Dili, Yazın
Dili Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları.
*
Bu bildiri, 2 Aralık 2000 tarihinde Yazarlar Birliği İzmir Temsilciğince
düzenlenen Doğada ve Dilde Kirlenme
adlı panelde sunulmuştur. [Yayın: GÜNAY, V. Doğan (2001) “Türkçemizin
Günümüzdeki Sorunları Ve Çözüm Önerileri” Anadili Dergisi, İzmir: AÜ
TÖMER İzmir Şubesi yayınları, sayı: 23, ss.7-19]
**
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Fransız Dili Eğitimi Anabilim
Dalı 35150 Buca İzmir.
[1]
AKSAN, Doğan (1979) Her Yönüyle Dil, Ana
Çizgileriyle Dilbilim, cilt: I, Ankara: TDK Yayınları, s. 94.
[2]
TEKİN, Talat, Prof. Dr. (Ekim 1978) "Tarih Boyunca Türkçenin Yazısı"
in Ulusal Kültür, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Sayı:2, Ankara, s.17.
[3]
Sürekli Türk Dili Kurultayı,
(konuşmalar ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992,
s.1.
[4]
Aktaran AKSOY, Prof. Dr. Ekrem (1990)
"Fransızcanın Türkiye Serüveni ve Düşündürdükleri" Frankofoni, Ortak Kitap No: 2, Ankara:
Şafak Matbaası, s. 10.
[5]
Aktaran KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim
Dili Türkçe”, Bilim Dili, Yazın Dili
Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları, s. 45
[6]
KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim
Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları, s. 40
[7]
Sürekli Türk Dili Kurultayı,
(konuşmalar ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992,
s.194.
[8]
ÖZAKINCI, Cengiz (1994) Dünden Bugüne
Türklerde Dil ve Din, İstanbul: Bellek Yayınları, s. 11.
[9]
ÖZAKINCI, Cengiz (1994) Dünden Bugüne
Türklerde Dil ve Din, İstanbul: Bellek Yayınları, s.13.
[10]
KÖKSAL, Aydın (1983) “Elli Yıl Boyunca Türk Dil Kurumu Terim Kolu Çalışmaları” Türk Dili, cilt:XLVII, 1983, s.269-278.
SANKUR, Bülent (1987) “Bilim Dili Olarak Türkçe ve Terimler”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara: Dil Derneği Yayınları, s. 30.
[11]
KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim
Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara: Dil Derneği Yayınları, s. 42
[12]
AYDIN, Özgür, (Haziran 1996) "Prof. Dr. Aydın Köksal ile Türkçe Terimler
ve Eğitim Dili Üzerine Bir Söyleşi" in Dil Dergisi/Language Journal,
Sayı:44, Ankara: A.Ü. TÖMER Yayınları. s. 36.
[13]
YÜKSEL, Ayşegül (1987) “Türkçenin Eleştiri ve Çeviri Dili Olarak Üretkenliği”, Bilim Dili, Yazın Dili Türkçe içinde,
Ankara:Dil Derneği Yayınları, s.57.
[14]
ÜNLÜ, Şemsettin (1987) “Roman Dili”, Bilim
Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara:Dil Derneği Yayınları, s.64.
[15]
BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı (1974) “Türkçe Niçin Klasik Dildir?” Dil Yazıları II, Ankara: TDK yayınları,
s.74.
[16]
HENGİRMEN, Mehmet (1995) Türkçe
Dilbilgisi, Ankara: Engin Yayınları, s.19. ONG, Walter J. (1995) Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev. Sema
Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları, s.19.
[17]
KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim
Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara: Dil Derneği Yayınları, ss. 41-42.
[18]
Sürekli Türk Dili Kurultayı, (konuşmalar
ve tutanak metinleri), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, s.52.
[19]
KÖKSAL, Aydın (1987) “Bilim Dili Türkçe”, Bilim
Dili, Yazın Dili Türkçe içinde, Ankara: Dil Derneği Yayınları, s. 49.
[20]
MARSHALL, Julia (1994) Anadili ve Yazın
Öğretimi, Avrupa Devletleri Müfredat Programlarının İncelenmesi- Uygulanan
Yöntemler, Çev. Cahit Kulebi, 3. Bası, İstanbul: Çağdaş Yayınları, ss.
14-15.
Yorumlar
Yorum Gönder