GÜNCEL KONULAR: AKDENİZ'DEKİ GELİŞMELER, BİLİMİN İSLAM TOPLUMLARINDA GERİ KALMA NEDENLERİ

GÜNCEL KONULAR: AKDENİZ'DEKİ GELİŞMELER, BİLİMİN İSLAM TOPLUMLARINDA GERİ KALMA NEDENLERİ


Prof. Dr. V. Doğan Günay
dogan.gunay@gmail.com

Merhabalar, şu saatte aklıma gelenleri çalakalem yazıyorum. Böyle olunca daldan dala uçmak serbest oluyor. Bazen de böyle yapmak/yazmak gerekiyor. Tek bir konu değil de, değişik konulardan kısa kısa söz etmek gerekebilir.
Her ne kadar edebiyat alanından bir şeyler okumaya ve öğrenmeye çalışsam da güncel olaylar, ülke sorunları her duyarlı birey gibi beni de ilgilendiriyor. Bu tür haberlere kulak kabartıyorum. Böyle olunca da Akdeniz’deki gelişmeler beni ilgilendiriyor. S-400 ya da F-35 ilgilendirmese de, ülkenin eksen kayması beni kaygılandırıyor. Bütün dünya Batıdaki bilimden, düşünceden, felsefeden yararlanıp kendi ülkeleri için bir şey yapmaya çalışırken bizin Doğu’ya yönelmemiz açıkçası beni kaygılandırıyor. Hemen bu eksen kayması ile ilgili birkaç şey söyleyeyim ve Akdeniz konusuna geçeyim. Batı kendi ülkesinin çıkarlarını kour. Hiç kimse Türkiye’nin kara kaşı kara gözü için iyilik yapmayı düşünmez. Fransız devlet adamı ve ordu komutanı General Charles de Gaulle “Fransa’nın dostu yoktur, çıkarları vardır” sözünü söyledikten sonra her ülkenin dış politikasını nasıl oluşturduğunu anlayabiliriz. Osmanlının yükselme döneminden beri bizim için hep yönümüz batıya doğrudur. Şunu da düşünün: Güneşin battı dağın arkası hep ilgi çekici olmuştur. Kimse güneşin doğduğu dağın arkasını merak etmemiştir. Uzunca bir süredir inişli çıkışlı süren Batı dünyası ile olan ilişkilerimiz sayesinde bilimde belli bir yere gelmiştik, eğitimde, sporda, kültürde her alanda bir ilerleme göstermiştik. Tüm eğitim fakültelerinde Avrupa eğitim düzeyi ile ilgili çalışamlar yapılırdı. Şimdi hepsi bitti. Bu nedenle gönlüm Batı ile ilişkilerimizin 15 yıl önceki gibi sürmesinden yanadır.
Akdeniz’deki sıcak gelişmelere gelince; bu yaz ve sonrasında doğduğum memletim olan Akdeniz'de çok ciddi gelişmeler olacak gibi görünüyor. Taşeli bölgesindeki Aydıncık benim ilçemdir. Uzun süredir de oralara gitmedim. Ama çocukluğun ve gençliğin geçtiği yerler unutulmaz. Herkesin çocukluğu ve gençliğinin geçtiği yerlerle ilgili çok sayıda anısı vardır. Benim için de öyle. Aydıncık'ta akşam üzeri Kıbrıs Beşparmak Dağları görünür. Yani Anadolu ile Kıbrıs o kadar yakındır. Kıbrıs Barış harekâtında atılan bomba sesleri Aydıncık’tan duyulurdu. Ama gelin görün ki şimdi oralar çok ısınıyor. Kıbrıs'ın çevresinde doğal gaz ve petrol olduğu yönündeki bulguların artması üzerine Doğu Akdeniz ülkeleri (Lübnan, İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan), Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri bir arada hareket ediyor https://www.youtube.com/watch?v=4WVh61qdkns. 
Bizim yönetim ise yalnızca "sünni" Müslüman peşinde gittikleri için dünyada yapayalnız kaldı. Zamanında “monşer” diyerek horladığınız yetişmiş diplomatlarınız olmayınca öylece ortalıkta dımdızlak kalırsınız. Bizim yönetim görülebildiği kadarı ile, İngiliz MI6 istihabarat biriminin müslüman ülkeleri kontrol etmek için kurdurduğu Müslüman Kardeşler (İhvan-ı müslümin) örgütü tek desteklediğimiz güç olarak görünüyor (Her şey o denli kapalı ki Türkiye kiminle hareket ediyor o bile belli değil). Amerikasından bilmem hangi ülkesine kadar her ülke tarafından "terör örgütü" olarak görülen bu örgütü destekleyerek Türkiye ne kazanacak, çok merak ediyorum. Buna üzülüyorum. Nerede onurlu dış politika yürüten eski devlet adamlarımız nerede şimdi elini Rabia işareti (Herkesin bildiği bilgiyi bir de ben yazayım. Rabia, Arapçada dördüncü demektir. Kız çocuklarının adı olmadığından Rabia, yani dördüncü çocuk denmiş. Bundan bir simge doğmaz. Çünkü kuruluşu sakat. Adı bile olmayan bir kişinin toplumsal bir değeri de olmaz. Ayşe, Fatma olsun, eyvallah. Adı bile olmayan bir çocuk bir tepki simgesi olmaza) yaparak dünyaya yön vereyim derken gülünç duruma düşen yöneticiler! Dünyada dostumuz kalmadı. Şimdi Amerika ile Rusya arasında savrulup duruyoruz. Daha ileride pinpon topuna dönüşürüz diye korkarım. Rusya bizi istediği zaman satar (o düşen uçağın öcünü mutlaka günün birinde alacaklardır). Biz ise Rusya'ya dost diyoruz. Rusya şu anda bizin NATO’dan çıkartarak Amerika’ya gol atma peşinde. Yoksa Rusya’nın Türkiye’yi düşündüğünü pek sanmıyorum. Bizim “Deli Petro” dediğimiz ama Ruslar için Büyük Petro olan Rus devlet adamının, 1721 yılında Rusya İmparatoru olduktan sonra yazdığı vasiyetinden bir kısım yazayım:
“Istanbul ve Hindistan’a olabildiğince yaklaşınız. Oralarda egemenlik kuracak olan, dünyanın gerçek egemeni olacaktır. Onun için hiç ara vermeden, bazen Türklere bazen de İranlılara karşı savaş açmak gerekir. Karadeniz’de tersaneler kurmak, yavaş yavaş bu denizi, bir yandan Baltık denizini elde etmek, BU PROJENİN BAŞARIYA ULAŞMASI İÇİN İKİSİNİN BİRDEN ELDE EDİLMESİ GEREKLİDİR. İran’ın çöküşünü hızlandırmak, Basra körfezine kadar uzanmak; olabilirse Suriye yoluyla, eski doğu ticaretini yeniden kurmak ve dünyanın ambarı olan Hindistan’a kadar ilerlemek. Oraya varınca İngiltere’nin altınından vazgeçebiliriz”[1].
Çok gerilerde kaldı denilebilir ama Rusya’nın uzun süredir peşinde olduğu bir “Akdeniz’e inme projesi” vardır. Türkiye ile ilgileniyorsa bu bağlamlarda düşünmek doğru olacaktır.
Amerika artık Türkiye'ye güvenmiyor (ki haklıdır). Şimdilik Amerika Türkiye'deki üstleri taşıyacak bir ülke arıyor. Ürdün, Gürcistan ya da Romanya üzerinde duruyorlar. Bunu bulduğu anda Amerikan yönetimi Türkiye'nin üstünü tamamen çizebilir. Halbuki 1950'lerden beri iyi kötü Batı toplumuyla giden bir ileişkimiz vardı. Batı bazen bizi zorda bıraksa da, her konuda desteklemişti. Ülkemizin bilimde, sanayide, teknolojide gelişmesi bu Batı dünyasının yanında olmamamızın bir sonucudur. Bunları nasıl unuturuz. Ama Amerika Türkiye’yi kaybetmemek için başka oyunlara girerse bu ülkemiz açısından çok üzücü olur. Amerika’ya gerek olmayabilir bile. Türkiye’deki tüm tarikatların görünen yüzündeki sırrı tırnaklarınızla azıcık kazırsanız ardından İngiliz, Amerikan Alman istihbaratı çıkacaktır. MOSSAD’ın da çok uzaklarda olacağını sanmıyorum.
Arapların çoğu ile Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ile papaz durumunda. Türkiye, yıllardır hiç yapmadığı bir şey yaptı. Mısır'ın iç işlerine karıştı ve Mursi'yi destekledi, kaybetti. Sisi de Türkiye'nin aleyhine olacak ne varsa yapıyor. Hatırlayın, Mısır yönetimi için terör örgütü olan kişilerin görüşlerini yansıtmak için olmadık işlere girişen TRT muhabirleri uzun süre Mısır'da tutuklu kaldı. Suriye'de aynı. Müslüman Kardeşler iktidara gelecekti ve bizim yöneticiler Emevi camisinde namaz kılacaklardı. Bu dönemde Batı bizi destekliyordu. Derin bir politik bakışınız olmayınca sizi hemencecik kandırıyorlar. Avrupa'da ülkeler için sorun olan tüm islamcı teröristleri Suriye'ye Türkiye üzerinden gönderdiler. Merak ediyorum, o zaman yanımızda olan, bize gaz veren ülkeler şimdi nerede? Politikayı bilmemek böyle bir şey olmalı.
Suudi Arabistan "buralara bana ait, çek arabanı" diyor. Arap toplumunun içine girmemize izin vermiyor. İslamın ya da Arapların bir lideri olacaksa ben olurum diyor. Türkiye oralardan da aradığını bulamadı. Böyle olunca sadece Katar vardı. O da tek Türkiye'ye güvenmenin anlamsız olacağını gördü ve Amerikayla birlikte hareket ediyor. Katar yönetimini korumak, kollamak ve savunmak için oraya üs kurduk. Mehmetçik Arap çöllerinde. İyide bizim asker sayımızın on katı fazla sayıda askeri olan Amerikalıların da aynı ülkede üssü var. Korkum yakında bizi Somali'deki o adadan da atarlar. Sorun şudur: Yapılan işlerin politik alt yapısını oluşturmuyorsunuz. Dış politikanın o deneyimli kişilerini devre dışı bırakıp imam hatipli diplomatlarla gidebileceğiniz hiçbir yer yoktur. Sonuç her zaman sıfıra sıfır elde var sıfır olacaktır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur.
Bizimkiler de züğürt ağa tesellisi olarak "onurlu yalnızlık" gibi garip bir ad ile dış politika yürütmeye çalışıyor. Bence onun adı "beceriksizlik" diye nitelemek daha gerçekçi olur. Yıllar içinde yetişen çok değerli dış politika uzmanlarını "monşer" diyerek ötekileştirip; Amerikan vatandaşı Merve Kavakçı ile, Kardeşi FETÖcü olup içeride olan kişiyi elçi yaparak dış politika yürütürseniz geleceğini son nokta bu olacağı zaten biliniyordu. Son duyulanlar doğru ise “bakara makara sallıyorum” diyen zat da büyükelçi olarak bir yerlere gönderilecekmiş. Göreceğiz. Böyle olunca bizim yönteminden bir şey çıkmaz. İçerideki basın iyice satılmış durumda. Kimse ciddi bir şey yazmıyor, belki de yazamıyor. Eskilerin bildiği her şeyi karanlık güçlere bağlama şimdilerde zirve yapmış durumda. Neredeyse Kastamonu'daki tuvalet sorununu da dış güçlere bağlayarak işin için sıyrılmaya çalışılıyoruz. A haberdeki bir tartışma programında herhangi bir sorunu dış güce bağlanmadığı bir durum duyamazsınız.
Böyle bir dönemde onurlu yalnızlık olarak belirtilen dış politikamız sayesinde hiçbir dostumuz kalmadı. İşte tüm bu nedenlerle bizim Akdeniz'imizin artık sorunlu bir deniz oldu. Buna üzülüyorum. Bu konuda çok şey yazabilirim. Ama yazdıkça üzülüyorum. Ülkemizdeki becerisizlikleri gördükçe bu ülkeyi nasıl ve kim bitirdi diye soruyorum. Umarım verilen bilgiler doğrudur. Türk araştırma gemileri doğal gaz buldu, petrol buldu gibi bazı "toplumun gazını alacak" haberler yayıyorlar. Eskiden devletimizin ne yaptığını az çok biliyorduk. Şimdi hiçbir şey bilmiyoruz. Hatta en doğru bilgileri yabancı haber kanallarından alabiliyoruz. Umarım bu yazıyı okuyan bir yetkili (asla böyle bir okuma falan olmayacağı da açıktır) bir yerlerde yanlış mı yapıyoruz diye düşünür.
Bu ülkenin güçlü olması gerekiyor. İzlenilen politikalar hiç iç açıcı değil. Bir ülke eğitimle bilimle ilerler. Her gün bir liseyi halktan gizleyerek İmam-Hatip okulu yaparak sorun çözülmez. Ateist ya da deist yeni bir nesil yetiştirirsiniz. Bu uzun solukta bilim yapacak yeni bir kuşağın oluşmasına olumlu katkı sağlayacak bir durum olabilir ama kısa sürede biz sorunlardan başımızı kaldıramayız.
Ülkenin eğitimine önem verilmezse, her şeyi din temelli düşünürseniz sonuç çok kötü olacaktır. Her önüne gelen "biz geçmişi çok çabuk unutuyoruz" gibi bir bahanenin arkasına sığınır. Ben de öyle yapayım. Biz eskiden eskiden / su içerdik testiden” diye bir şarkı vardı. Geçmişte gerçekten çok başarılı dönem ya da dönemleriniz olabilir. Önemli olan bunu kalıcı hale getirebilmektir. Yoksa bilimde esamesi okunmayan bir ülkenin dünya toplulukları arasında pek bir değeri olmaz.
Her şeyi din temelli götürürseniz varacağınız yer Batı’nın, gelişmiş toplumun hizmetkarı olursunuz. 2013 yılında AKP'li Çevre ve Şehircilik Bakanının Trabzon'da söylediklerini sıklıkla anımsamamız gerekiyor. Çok kötü bir itiraftı. Ne diyordu Erdoğan Bayraktar: "Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99'u Müslüman. Tarihten gelen bir yapısı var. Türkiye'nin bulunduğu bölge çok zor bir bölge ve Türkiye onun merkezinde bulunuyor. Şimdi Türkiye'nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz? Ara teknik eleman ülkesiyiz biz". Bu yazının her yanı sorunlu. Tarım ülkesi olmaktan AKP ile birlikte çıktık. Saman ithal ediyoruz. Sürekli üniversite açıyorsunuz ama bir ara eleman olmaya razı olmalıyız diyor bakan. O zaman meslek yüksek okulları ile bu sorun çözülür. Düşünün toplumda önderlik, liderlik yapacak bakan "biz icat yapamayız" diyor. Yani peşin olarak onuncu sınıf bir ülke olmamızı öneriyor.
Bölgenin zorluğundan söz ediyor. Çok doğru, İsrail denilen bir ülke var, Atlas Okyanusu ortasında çevresinde hiç sorunu olmayan bir ülke. Ben öyle anımsıyorum. Çevresiyle sorunu olmadığı için de bol miktarda bilimsel araştırmalar yapıyor, teknoloji sıralamasında en büyük devletleri zorluyor. Yani, İsrail'in tüm çevresi düşmanla dolu iken adamlar her türlü buluşu yapabiliyorlar. Şöyle bir düşünün, Nobel ödülü ya da dünya çapında önemli bir ödül alan bir Müslüman ülke var mı? Anımsadığım kadarı ile bir arada Pakistan'dan bir fizikçi Nobel fizik ödülü almıştı. Kaldı ki o kişi de İngiltere'de yaşıyor. Dünyadaki tüm Müslümanların aldığı Nobel Ödülü sayısı Cambridge Üniversitesi bünyesindeki Trinity Koleji mensuplarının aldığından azdır. Bunu okuyan "dini bütün" bir Müslüman kardeşim iki bahane ortaya koyacaktır:
üOrta Çağda Müslümanlar Batıdan çok gelişmişti.
üBir de her şey Kuran-ı Kerim'de yazılı. Biz okumasını bilmiyoruz.
İkincisi konusunda bir şey diyemem. Ona din adamları yanıt versin. Birincisinin doğruluk payı var ama önemli olan bu başarıyı sürdürebilmektir. O dönemdeki başarıyı sürdüremezseniz, sonra Batı liderleri ele geçirir ve sizi uşağı yapar. Kuran’daki her şeyin yazdığı konusunda da, biraz ileri giderek, sayın Bayraktar Müslüman bir lider olduğuna göre, Türkler buluş yapamayacağını söylüyor. Sürekli Kuran okuyan Türkler buluş yapamayacağına göre Kuran'da gerçekten böyle bilgilerin olup olmadığı da tartışmalı bir duruma dönüşüyor.
Türkler ve de asıl olarak tüm İslam ülkeleri bilimde neden varlık gösteremediler ve gösteremiyorlar? Bununla ilgili birçok neden ortaya konulabilir. Öncelikle bilim bir gelenek üzerine gelişir. Akşamdan sabaha bilim gelişmez. 50 yıllık labaratuvarlarınız, 200 yıllık üniversiteleriniz olmak durumundadır. Her ülkenin bilgi kuramı (fr. épistémologie), yani bilgi üretme biçimi ve yöntemi vardır. Bu bilgi üretme yöntemine göre göre bilim üretilir. Sizin böyle bir geleneğiniz yok. O halde bu konularda düşünmek gerekiyor.
Temelde Türkiye ve İslam ülkeleri, İmamı Gazali düşüncesi akımının egemen olması ile sorgulayıcı yaklaşımdan uzaklaşılmış olunmaktadır. Bu da inakçılığı (fr. dogmatisme) getirir. Bilindiği gibi bilimde sorgulama vardır. Bilimsel gelişmede şüphecilik vardır. İnakçılıkta ise sorgulamadan kabul etme vardır.
İslam dünyasında bilim yapma, bilime ulaşma anlayışı batılı toplumlar gibi değildir. Doğu toplumlarının genelinde ve özellikle İslam dünyasında daha mistik bir yaşam benimsenir. Burada "Ex orienta lûx, ex occidenta léx" (Işık (dinler) doğudan, kanun (disiplin, bilim) batıdan gelir) sözünü anımsatmak isterim. Buna belki coğrafi etken, belki din belki de İslam toplumunun belirgin bir bilgi üretme yönteminin olmamasıyla da ilgilidir. Buna ek olarak batıdaki gibi bilimle ilgili yeni kaynakların olmaması da önemli bir etkendir. Ama biz Batıyla etkileşim içinde 2000li yıllar başında bilim üretmeye başlamıştık. Sonra engel olundu. Şimdi "namaz kılan domates" projesine TUBITAK destekler oldu.
Şimdilerde pek olmasa da "biz geçmişte neydik be!" düşüncesinin bitmesi konusunda da Batıdan gelen Haçlı Seferlerine ek olarak, Doğudan gelen istilalar da İslam toplumunun bilimsel alanda gelişememesinin bir nedeni olarak düşünülebilir. Bilim koşuşturma için yapılamaz. Huzurlu bir ortamda devlet ya da toplumsal baskı olmadan insanlar düşünebilir.
Türklerin uzun süre göçebe toplum olarak yaşaması da bilimsel gelişmedeki önemli engellerden birisi olarak değerlendirilebilir.
Bu konu çok su götürür ve bu konuda yazacak çok şey var. Çalakalem yazınca biraz daldan dala atlar gibi oldu ama bu anda aklımdan geçenler bunlardı.
Şimdilik bu kadar. Belki bir ara bu yazdıklarıma döner ve yeniden düzenlerim.
Görüşlerinizi benimle paylaşabilirsiniz

Dosça ve dostlukla kalınız....

V. Doğan Günay 
21 Haziran 2019
(Güncelleme 21 Temmuz 2019)




[1] BOUTHOUL, Gaston (1985) Politika Sanatı, Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu – Vedat Günyol, 2. Baskı, İstanbul: Örnek Yayınları, ss. 102-103.

Yorumlar

  1. Merhaba Hocam siz yazınızı 21 haziranda yazmışınız. Yeni okuma fırsatı buldum. Yazınızdan sonraki gelişmeler aynende özetlediğiniz gibi oldu.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜZÜNDE GÖZ İZİ VAR, SANA KİM BAKTI YARİM?

TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİ OLABİLİR Mİ?

"KOR" FİLMİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME/ÇÖZÜMLEME